3.7.05

gölge etme, başka ihsan istemem



live 8'in 8'i sizce de fazlasıyla dolar işaretine benzemiyor mu?

ek: hem bir blog'un sınırlarını aşar, hem de bu kadar iyisini yazmak her kula nasip olmaz.. bize de bağlanmak düşer.

"yerini iyi bilen" kelimeler



40 yıl önce yazılmış bir dizi mektubu yayına hazırlamak üzere bilgisayara geçirirken, tanımadığımız insanların hayatlarına bakmak ve daha çok da yazının gücüyle ilgili düşündüm durdum. şimdi de bu blogla birlikte, kafam aynı yerlerde dolanıyor. kim ne yapsın benim yazdıklarımı? günlerdir yazı yazmak üzerine yazıyor, blog'a yerleştirmeden kalkıyorum masadan.

yazı için, sinema için, ya da bilumum sanat denen meseleler için hep tek bir şeyin itici güç olabileceğini söyler dururum. insanın gerçekten söyleyecek bir şeyinin olması, ya da başka bir deyimle onu yapmadan duramaması. oysa dolaşıma giren her şey, bu kendiliğindenliğe bir fren yapma zorunluluğunu da taşıyor. taşımalı da. fazlaca bastığım bu frenden biraz muzdarip olmakla birlikte, tersiyle ilgili sıkıntılarım da var. internette dolaşırken, yazının kelimelerle değil de klavyeyle yazıldığı duygusuna kapılıyorum. görünen o ki artık alfabeyi böyle öğrenenlerin yazıları dolaşımda en çok. bu da, yalnızca bir araç değişikliği olmakla kalmıyor, kaçınılmaz olarak yazıyla olan ilişkiyi de belirliyor. biraz madde ile kurulana benzeyen bir ilişki sanki. kelimeler biraz hoyrat kullanılıp, biraz fazlaca tüketiliyor.

başta sözünü ettiğim ve yakın zamanda yayınlanacağını umduğum mektuplar, her ne kadar ilk bakışta aşk için yazılmış gibi görünse de aslında bir adamın kendiyle, dünyayla ve yazıyla olan derdinin sayfaları. tek bir kadının okuması için yazılan bu mektuplardaki özenle ve aşkla yazabilmek isterdim. "yerini iyi bilen, onurlu" kelimelerle.

bütün bunların üzerine, bu ayın hayvan dergisinde yazar vüs'at o. bener'in karısının anlattıklarını okudum : "bir cümleyi kurmak için günlerini verirdi. kitap biter ama yine vüs'at gece yarısı kalkar, oradaki bir noktayı virgüle çevirmek için yarım saat uğraşırdı."