22.9.05

'ama ben onun için en iyisini istemiştim!'



lafı fazla çevirmeden doğrudan söylemekte fayda var. herkes anne/babasının kurbanıdır. tıpkı onların da kendi anne/babalarının kurbanı olduğu gibi.

'kurban' lafını ağır bulanlar olabilir, başkalarının hayatlarına bakıp kendilerininki için şükredenler de. bilmemkimin annesi kadar müdahaleci olmadığı için annesine teşekkür ederken, açıkta olmayan yaraların dipten derinden nasıl kanser ettiğini unutur insan. asıl tehlikenin iyilik gibi görünen ilginin arkasında yattığını da. meselelerin, içinde olmadığımız kısmıyla ilgilenmek rahatlatır. televizyonu sadece seyrederiz, orada görünmek gibi bir derdimiz yoktur. hoş, zaten bu sadece varoş insanlarının gönül indirdiği süfli bir konudur. 'eğitim şart'tır. 'su testisi su yolunda kırılmıştır.'

zor olanı yapabiliriz aslında. tehlikenin küçük burjuva ahlâkında yattığını itiraf ederek başlayabiliriz. annenin/babanın payını gramla tartmak yerine toptan 'kutsal' aile kurumuyla hesaplaşabiliriz. devlet/aile ikilisini yeniden hatırlayabiliriz. gençlerin en değer verdiği şey sıralamasında ailenin neden ilk sıraya yerleştiğini merak edebiliriz. ve başkalarının hayatına bakmak yerine kendimizinkine bakmayı deneyebiliriz.

ata isminde bir çocuğa ağlayamıyorsak kendimize ağlayalım..

---------------------------------------------------------------
not: jessica lange ve oğlu bu yazıya sebepsiz eşlik etmiyor. fotoğraf frances filminin setinde çekilmiş. film, kızlarının öfkesini ve özgürlük isteğini anlamaktansa akıl hastanesine yatıran ve iyileşmesi için lobotomi yaptıran bir ailenin, daha çok da annenin varlığı ile aklımda. başlıktaki cümle filmde geçiyor muydu hatırlamıyorum ama hastanedeki kızına birşeyler ören annenin yüzündeki ifade tam da bu cümleye uygundur.