23.7.06

dünya'nın guernica'sı



"israil'le filistin arasındaki çatışmanın son faslı, israil güçlerinin gazze'den bir doktorla kardeşini, yani iki sivili kaçırmasıyla başladı. bu olay türkiye hariç hiçbir ülkenin basınında fazla yer bulmadı. ertesi gün filistinliler israilli bir askeri rehin alarak israillilerin esir tuttuğu insanlarla bir takasın müzakere edilmesini önerdi; zira israil cezaevlerinde yaklaşık 10 bin esir var."
* * * *
"bu 'adam kaçırma' olayı çok büyük bir zorbalıkmış gibi tepkiyle karşılanırken, 'israil savunma (!) güçleri'nce batı şeria'nın yasadışı askeri işgali ve su başta olmak üzere tüm doğal kaynaklarına sistematik olarak el konulması hayatın hazin de olsa doğal bir gerçeğiymiş gibi kabul gördü. bu, filistinlilerin kendilerine uluslararası anlaşmalarca tahsis edilmiş topraklarda yaşadığı eziyetin üzerine bir de batı'nın 70 yıldır döne döne uyguladığı çifte standartların tipik bir örneği."
* * * *
"bugün zorbalık, zorbalık doğuruyor; derme çatma füzeler karmaşık füzelere cevap veriyor. karmaşık füzeler, mahrumiyet içindeki yoksul kalabalıkları bir zamanlar adalet dediğimiz erdemi beklerken vuruyor. her iki füze tipi de vücutları paramparça ediyor; bunu emri veren komutanlardan başka kim aklından atabilir ki?"
* * * *
"her provokasyona ve karşı provokasyona karşı çıkılır, nasihatler verilir. ancak bu seferkinin ardından gelen gerekçe, suçlama ve yeminlerin tümü, aslında dünyanın dikkatini siyasi hedefi filistin milletini tasfiye etmekten başka hiçbir şey olmayan uzun süreli bir askeri, ekonomik ve coğrafi uygulamadan uzaklaştırma amacına hizmet ediyor."
* * * *
"bunun yüksek sesle ve açıkça söylenmesi gerekiyor, zira ara ara açık edilse de genelde gizli yürütülen bu uygulama, bugünlerde büyük hızla ilerliyor. bizce olayın adını olduğu gibi söylemeli, buna kesintisiz ve ebediyen direnmeliyiz."

* * * *
"not: 'arna'nın çocukları' adlı belgeselin yönetmeni juliano mer khamis'in sorduğu gibi, 'lübnan'ın guernica'sını kim resmedecek?'"


john berger, noam chomsky, harold pinter, jose saramago

------------------------------------------------------------------------------------
not: günlerdir havadan sudan, ordan burdan yazdıklarımı buraya koymaya bir türlü elim gitmiyor. günlük hayat akıp gidiyor, biz savaşsız günlere uyanıyoruz. ama gemiler mersin'e yanaşırken şöyle bir esip geçiyor düşünceler, sert, soğuk. yıllarca uğraşıp ayağa kaldırılan şehir yerle bir. günler kendi hafifliğinde-ağırlığında aksa da, bütün gün bunu düşünmesek de, tv'de görmedikçe komşudan duman yükselmiyormuş gibi gelse de..

hep aynı yerden aynı şeyleri söylüyormuş gibi hissetmemize neden olanlar, bunu hep yapıyor olmanın sıkıntısını duymuyorlar. gözümüzün içine baka baka ve döne döne uygulanan çifte standarda karşı döne döne ve açıkça ve yüksek sesle söylemek gerekiyor. tekrarlamak, unutturmamak.

11.7.06

zinedine'in kafası



'biz şimdi çocuklarımıza ne diyeceğiz zidane?'
(bir fransız gazetesinden)

çocuklarınıza ırkçılığın şaka kaldırır bir yanı olmadığını öğreteceksiniz. onlara adalet olmadan barışın olamayacağını söyleyeceksiniz. her zaman akıllı, uslu, anlayışlı olmanın hiç de bir halta yaramayabileceğini, birileri her an her yerde kafa atarken susanların kafasının bir gün bombaya dönüşüp olmadık yerde patlayabileceğini hatırlatacaksınız. her gün kuralları ihlal ederek yaşayanlarla, kırk yılın başı kırmızı ışıkta geçenlerin başına gelenleri yalansız dolansız karşılaştıracaksınız. bütün silahları her daim ellerinde dolaşanların asıl güçlerini, diğerlerinin bunu yapmayacağı bilgisinden aldığını dürüstçe itiraf edeceksiniz.

boş boş 'şiddete hayır' diye dolanacağınıza, 'nasıl oluyor da oluyor?' diye kafa yoracaksınız. ırkçı politikacılarınız sanki o ülkenin vatandaşı değilmiş gibi davranmayı bırakacaksınız. south park'ın gençleri gibi, zenciyi (cezayirliyi, koreliyi..) farketmeyen çocuklar yetiştireceksiniz.
***
bir kez yaşanacak şu hayatta, bir başkasının, 34 yaşındaki bir adamın hayatı için herkes ne kadar kolay kullanıyor bu kelimeyi: son...

zidane bugünlerde gitsin yamaç paraşütü yapsın istiyorum. bulutların arasından 'trajik son' diye atılan manşetlere yukardan baksın. son mu?..
***
birilerinin arada bir göğüslerinin tam ortasına bir kafa yemeye ihtiyaçları olabilir, pervasızca oraya buraya höykürürken. o kafayı atan ve bunu bu kadar herşeyi yakarak yapan adam bunu çocuklarına da açıklayabilir eminim. zafere, başarıya ulaşmak için herşey mübahtır diyenlerden daha kolay.

7.7.06

'metnin hazzı'



okuma
"geçmişin yapıtlarını uykudan uyandırmak için, bu yapıtları yazıldıkları dönemin okuma biçimlerine yeniden yerleştirmek kadar şaşırtıcı başka bir şey yoktur. sophokles 'in, bir cep kitabı formatında elimize ulaşan trajedisini gözlerimizle takip ederek, sıkıcı bulduğumuz bölümleri atlayarak hızlı bir şekilde okuduğumuzda, bu metin artık bütünüyle soyut bir metne dönüşür, tüketilmesi sürecinde bedenimizle hiçbir bağlantı kurmaz.
IV. yüzyıla kadar (aziz augustinus dönemi) durum tamamen farklıydı: eskilerin sadece yüksek sesle okuyor oldukları düşünülüyor, ya da en azından kısık bir sesle, fısıltı gibi; ama her zaman için -önemli olan da buydu zaten- metni telaffuz ediyorlardı: böylece metin kaçınılmaz bir şekilde yutaktan geçmek zorunda kalıyordu, gırtlaktaki kaslardan, dişlerden, dilden geçiyordu, kısacası bedenin kaslardan, kandan, sinirlerden oluşan dokusuyla birleşiyordu.

sorunu biraz daha geriye doğru götürelim: eskiler nasıl yazıyorlardı? euripides 'i, trajedilerini yazarken görebiliyor musunuz? hiç şüphesiz aristophanes, onun bu etkinliğine gerçeklikten uzak duruşlar katmıştır, ama yazı o dönemde bugünkü kadar tekbenci değildi: yaşlı plinius 'un bir okuyucusu (yunanlı) ve bir de yazıcısı (latin) vardı. etrafı bu iki eklentiyle çevrili olarak (bunların birer protez olduğu da söylenebilir), bir yandan yemek yerken bir yandan da okuyup yazıyordu: içselliğini, kutsallığını bu kadar kaybetmiş başka bir şey olamaz. aynısı cicero için de geçerliydi: çok hızlı yazardı (elinde tuttuğu tabletleri kullanırdı yazı için), ve yazıcı da kitabı kopyalardı: metin, yazıldığı andan itibaren apaçık bir dışsallığa adanıyordu, şöyle söylemek geliyor içimizden: iffetsiz bir dışsallık. çünkü bizim bugünkü yazımız, yalnız başına üretildiği için, bir tür içsellik taşıyor, bir tür gizlilik, sapkınlık ya da duruma göre evle kurulan bir bağlantı. bence, bir kişiyi yazı yazarken izlemek kadar ölçüsüz bir davranış yoktur: bunun da ötesi, bu kişiyi dudaklarını hafifçe kıpırdatarak kitap okurken izlemek olurdu. sade, bu sahneyi kaçırmıştır (ona göre fazla yumuşak bir sahne): alçak sesle kitap okuyan bir kişinin dudaklarında telaffuz edilmekte olan metni yakalamak, sergilemek. geçmişin bu erotizminin bugün yaşaması olanaksızdır: okuma ve yazma artık gizlenen etkinliklerdir."

roland barthes
yazı üzerine çeşitlemeler/metnin hazzı - YKY
türkçesi: şule demirkol