29.3.12

şubat, mart, bahar


23 şubat

28 şubat
üniversitenin ağından internete bağlanıyorum ya, bu filtrelerin, yasakların ne menem bir şey olduğunu da yakinen görmüş oluyorum. arkadaşımın, iki yaşında bir kız çocuğu annesi olmak ne demektir paylaştığı blogu yasaklı, ankara emniyetinin sitesini çökerten redhack'inki açık. e güzel valla. 
***
suriye'de açık yapılıp kapalı sayılan oylamada anayasaya % 89,4 oy çıkmış. türkiye'de 1982'de kapalı yapılıp açık sayılan oylamada darbe anayasasına kaç oy çıkmıştı? % 91,37. iç savaş ortamında bile daha fazla cesur yürek çıkartan suriye'ye selamlar. diyeceğim başka bir şey yoktur hâkim bey..

29 şubat
e sallan sallan nereye kadar..
***
bugün şehre gitmek için kampüsten otobüse bindim. koşarak yetişen üç-dört öğrenci, arkadaşlarının geldiğini, birlikte gideceklerini söyleyip beklettiler. on-onbeş oldular sonra, yola koyulduk.
kızlı erkekli grubun nereye gittiğini düşünürken biri telefonda 'sınıf arkadaşımız öldü, hastaneye gidiyoruz' deyince meraklandım, yanımdaki kıza sordum ne oldu diye. 'kalp krizi dediler' dedi, 'gevaş'ta hapisteydi' dedi, 'adı ferit' dedi.. 'yeni mi girmişti hapse' soruma biraz ağzında geveleyerek cevap verince rahatsız etmemek için uzatmadım. bütün gün aklıma gelip durdu. gevaş'tan gelen cenazeyi karşılamak üzere hastaneye giden bu acılı, sessiz gençlere katılsa mıydım diye düşündüm, kimbilir neden içerdeydi diye hayıflandım..
sonra az önce haberlerde bir de ne göreyim.
 
şimdi aklımda başka sorular. 

3 mart
bu kez de van havaalanında geçirilen saatler ve istanbul'dan gelen uçağın muş'a inmesiyle eve dönüş. evet eve.. üç ayın sonunda van'da ilk kez bir çatı altında, yumuşak yün yorganla çekilen deliksiz uyku. sabah gazin hanım'ın sesiyle uyandım. sanatçı kadınlar derneği için yapılmaya çalışılan ve bin türlü saçmalıkla uykularını kaçıran konteynerle uğraşırken konserlere çalışamamaktan yakınıyordu akşam. sesini duymak iyi geldi.
deprem sonrasında yazdığı kilam dewrane'de ne diyor bakın:

zamanlar karanlık, karanlık, kötü zamana geldik yine anne
bu sonbahardan önce yapacağım işim gücüm vardı
bu kış başımızın üzerinde kara bir bulut dolaşıyor,
deprem bulutu
erciş'e, van'a, köylerine baktığımda
yine bir ferman yazıldı, deprem fermanı, anne zamanlar karanlık..    
 
bir türlü uğrayıp benim için yaptığı içli köfteleri yiyememiştim. çantamdaki bebekler ve kedicikler van'dan ayrılmak istemediklerinden ve de bu içli köfteler beni çağırdığı için kalkmadı uçağım belli ki.
o ve diğer dengbej kadınlar 8 mart'ta istanbul'da olacaklar. kimi, iran sınırındaki bir köyden kalkıp geliyor, ilk kez sahneye çıkmak üzere. gazin hanım, ki yıllarca kayınpederi anlamasın diye içinden içinden söylemiş şarkılarını, dewrane'yi ağlamadan söyleyebilecek mi bilmiyorum. 'dengbej' deyince akla erkeklerin geldiğini, kadınların bin türlü baskıyla seslerinin kısılmaya çalışıldığını söylemeye gerek var mı?
ben olsam başlığı dengbej kadınlar diye atardım.

6 mart
"buraya okul yapılacak, yapılacak!"
bu ünseli acayip belde..
depremden sonra, sadece torpillilerin evi kontrol edilince ayaklanıp, ankara'ya kadar gidip bütün beldeye hasar tespiti yapılmasını sağladılar. diğer beldelere böyle tek tek gidildiğini hiç sanmıyorum. öğlene doğru gidip, şöyle bir dolaşıp sonra kahvede muhtarla, başkanla çay içip dönmüşlerdir. 'e söyleyin bakalım, nedir buralarda evlerin durumu?'
gönüllü mimarlar bir an önce başlarından gitsin isteyen, 'buradan gitmek ve herşeyi unutmak istiyorum' demekte bir sakınca görmeyen bakanlık görevlisi, 'e ama orası 80 km. uzakta, nasıl gideceksiniz?' demişti, devam etmekte ısrarcı olunca. 1700 km. uzaktan gelmiştik öyle değil mi? kamu görevlilerinden gönderecek adam bulamadığı için, bizim de kaçacağımızdan pek emindi.


ünselililer sevinçle karşıladılar bizi. en azından incinen adalet duygularına iyi geldi gidişimiz, başka bir şeye yaramadıysa da.
'ağır hasarlı bir durum yok, biliyoruz. ama adres adres dolaşıp birilerinin evine bakılınca ağrımıza gitti' dediler. 'siz şimdi böyle dolaşınca insanlarda fazla beklenti oluşuyor, üzülüyorum' dedi bir başkası. 'evleri boşverin, biz zaten devletin birşey yapmayacağını biliyoruz. şu tepedeki kayalar yerinden oynadı, evlerin üstüne devrilecek. onu halletsinler yeter' diye ricacı oldular.
zabıt tutup kayaların durumunu bu pek çalışkan arkadaşlara ilettik. her günkü saatler süren yemek faslı için çıkmak üzereydiler, bakmadan masanın üzerine attı, çıktı biri. baktı mı, o kayalarla ilgilenildi mi? bilmiyoruz. yapılan tesbitleri, itiraz sürecini de fırsat bilip toptan kendi istediği gibi yönlendiren, açılması düşünülen caddelere, toki'nin imar planlarına göre durumu yönetenlerden ne bekliyorsak!
bu okul protestosunu görünce gönlüm şenlendi, 'aslan ünselililer' diye keyiflendim. mağduriyetini bu kadar ezilmeden büzülmeden dik başlılıkla ifade edenin sırtı yere gelmez.


8 mart
altıyüzellisekiz kez anne demeden kadınlar gününü kutlayamayan,
kadınla ilgili herşeyi aile çatısının altına sokmadan rahat edemeyenlere:
bütün bunlar olmadan da kadınız.
valla da billa da..
istesen de istemesen de..



13 mart
şuradan söylemek isterim ki, artık hiçbir protesto için tünel'den taksim'e yürümek istemiyorum. bu bir aşağı bir yukarı beyoğlu yürüyüşlerinin ve sosyal medya cümlelerinin yetiyor gibi olmasından çok sıkıldım.
***
zaten rahat rahat dolaşıyorlardı. belki şimdi isimlerini derince yazıp belleyebiliriz. ne dedi ahmet şık: "bir gün girecekler bu hapishanelere. asıl şimdi başlıyor, ayaklarını denk alsınlar." bu adaletsizlik batağında hiç aklımızdan çıkmasın: şevket erdoğan, köksal koçak, ihsan çakmak, hakan karaca, yılmaz bağ, necmi karaömeroğlu. mutlaka vardır madımak'tan daha çok yakan bir cehennem.

14 mart
pi gününüz kutlu olsun.. 

16 mart
aylarca memleketlerinden ayrı kaldıktan sonra, hiç de iyi şartlara dönmediklerini bile bile güle oynaya havaalanına giden, kavuşma hayaliyle sevinçli genç kadın ve çocukları, hava şartları yüzünden uçakları iptal olunca ağlaya ağlaya dönmüşler eve. geçtiğimiz üç ay, bu sahneden çokça yaşandı. sabahtan iptal olan uçağım yüzünden benim duyduğum hissin kaç katı olduğunu tahmin edebiliyorum. sabahın köründe arayıp 'öğrenmeden evden çıkma, burada çok kar yağdı dün gece' diyen dostlar olunca, gidemediğine daha da üzülüyor insan. hadi yarına.
 
17 mart
havaalanında tahmin ettiğim gibi jandarmalı, özel güvenlikli, sivilli newroz arifesi. 'tatil olmayan özel günler, civarındaki hafta sonu kutlanamaz, ille de kendi gününde!' dayatmasını anlat anlatabilirsen bölgeye. bulunur elbet üzerinden atlayacak bir ateş.
***

20 mart
'yetki var' denince koşa koşa gelen, 'bu da sorumluluğu' deyince toz olan ey ahali! bu ikisi ezelden beridir göbekten bağlı kardeş, şunu bir öğreneydin.
21 mart
peşini bırakmayacak, hep özleyeceğin şehirlere bir yenisini ekledin, iyi halt ettin: perugia, pushkar, quetta, yezd, isfahan, ordu, beyrut, halep, van..
***
kampüste mütemadiyen bavul tekerleği sesleri. bozuk, çamurlu yollarda koca bavulları sürükleyen, kimi zaman yürümediği için taşımaya çalışan öğrenciler. biri bu gençlere sırt çantası diye şahane bir icattan söz etmeli. bir tane kullanana rastlasam sarılıp öpücem.. 
***
hah, bir adaların faytonları kaldıydı, onları da kaldırın. 'nostaljik olarak bir ikisi tutulabilir' diyenleri at gübreleriyle dolu bir yerlere havale edeyim ve gidip şu beddualarımı kitap hâline getireyim artık..

22 mart
star yılmaz özdil, 'var mı ateşin üzerinden atladığınız fotoğrafınız, türkiye'nin bayramı değildir' demiş. ha şunu bileydiniz.. ateş üzerinden atlayan değil ama ateşte yananların bol bol fotoğrafı var.

25 mart
sevgili arkadaşlarım. van merkezdeki bütün kerpiç evlere yıkım kararı çıkartılmış. bir tek çiziği olmayanlar dahil.. gerekçe 'kolonsuz yapıların depreme karşı dayanıksız olması'. haberi veren yyü öğretim görevlisi, 'ben konuşamıyorum, siz yapabiliyorsanız lütfen bunu duyurun, kamuoyu yaratılması için çaba sarfedin' dedi. cirmim kadar yer yakarım diyemedim, fazlasına gücü yetenlere, mimarlara, gazetecilere, sivil toplumculara duyurayım dedim. çok üzgünüm, çok.
***

açılışta 'deprem sırasında krizi çok güzel yönettik' diyen genç vali yardımcısı, akşam, odtü'lü gençlere 'anarşik olmayın' bâbından bir şeyler söylemeye kalktı, 'odtü'lüler asidir' dedi, 'aslında ben de asi ruhlu sayılırım' deyip bir fıkra anlattı.. ki sonraki saatlerde bu cümleleri üzerinden yapılan mavraları hiç anlatmayayım. politika fena iş.

26 mart
kampüs son bir haftadır iyiden iyiye hareketlendi. eğitim fakültesi, eymir vakfı'nın ve çydd'nin dersliklerinde cuma günü eğitime başladı. devam zorunluluğu olmadığı halde akın akın gelen öğrencilerin, gece yarısı ders programlarını, hangi sınıfta ders yapacaklarını filan öğrenmek için binaları gezmeleri, sekiz kişi kaldıkları konteynırlarda masa ve çalışacak ortam olmadığı için ellerinde kitaplar kampüs içinde kapı kapı çalışacak yer aramaları, hocalarının peşinde dolaşmaları göz yaşartıcı.
bir de haftaya yapılacak ygs sınavına gireceği yeri bulmak için aileleriyle gelenler var. yoksul, deprem mağduru bu anne-babaların ve çocukların çabası, isteği..
herkes gibi ben de bu sorulardan, hesap sormalardan nasibimi alıyor, gönüllü olarak soruların üstüne de gidiyorum. bina ve çevre düzenlemesi, altyapı gibi konularda bolca ziyaret ettiğim yöneticileri bir de öğrencinin ihtiyaçları için arıyorum ki, ya kadroya alınmam ya da hepten kampüsün kapısına bırakılmam an meselesi.

27 mart
kar.
*** 
eh yani, bir film bu kadar mı iyi, güzel, hassas, derin, sade olur. bu kadar mı olur.. 'siyasetin tozu dumanı altında kalmış kadim bir kültür'..  'yalnız ve güzel ülke' kadar dokunaklı bir tanım. izleyelim.

28 mart
vanlıya 3g ne diye sormuşlar. gar, gış, gıyamet demiş.

29 mart
ben geldim. hadi adaya gidelim..