23.11.06

'minyatür sessizliği'



aklıma bir yazı takılınca ve yazmayınca/yazamayınca başka bir şey de yazamıyorum. aklıma takılanı istediğim gibi toparlayamadım, yazamadıkça konudan uzaklaştım, kafam da epeyce dağılmıştı hayat gailesiyle, ara uzadı böyle. oysa burası günlük değil mi, arada bir merhaba diyebilirim havadan sudan.. ama yok, şeytan azapta gerek.. ille, istediğim yoğunlukta olacak, yazmak için yazılmayacak filan..

ama yazamamak içime dert oldu, bunu paylaşmak da şart oldu. ne demiştim bir ara, başım sıkışınca şiire, şarkıya sardırıyorum.

hadi bakalım, buyrun burdan yakın o halde.

an ve masal

güneşin ve suyun tadıyla
uçunca bulutların tarlasına
orada gece yok
gece olmuyor uzaklarda

boynumda gümüş bir kafes
sadakatsiz bir cariye gibi
uzanıp kıvrıldım ayın ortasına
o bir dede
ben tanrıça
günlerce uçtuk alacakaranlıkta

boynum ince
kalbim boş
sürdüm yüzümü ağaçlara
rüzgâra sürdüm gözlerimi acıyla
geçtiğim yollar
ve uçtuğum
o gecesiz gökyüzü
bulutların tarlasında oturan
tanrı kadar yorgun
fısıldadılar:

an ve masal
an ve masal

bejan matur, rüzgâr dolu konaklar

----------------------------------------------------------------------------------------------
not: başlık, bejan matur'un başka bir şiirinin adı, resimse bir hint tanrıça maskı..

6.11.06

bach sonatı



yakınlarımızdan daha çok tanıdığımız (ı sandığımız?) birileri günü gelip terkedince dünyayı, hayatlarımız gözümüzün önünde resmi geçit yapar, kaçarı yok..

sandığımız dedim, çünkü, en azından benim kafamı epeyce meşgul edip pek kesin tanımlar koyamadığım biri oldu bülent ecevit her zaman.

umut ve karaoğlan dönemlerindeki o inanılmaz mitinglerden birine tanık oldum 70'lerde. gelmiş geçmiş en umutlu günlerdi topluluklar için. saf bir sevinç vardı ortalıkta, siyasetin hamasi ve ciddi havasından uzak çocuksu bir sevinç. bu yüzden de aynı oranda çocuksu bir hayal kırıklığı yaşanmış olabilir: "hani bizi kurtaracaktın?" tek bir kişinin dere yatağını değiştirebileceğine olan inanç yaygın bir mit ülkelerin ve kişilerin hayatında. ne yapalım, herkes gençliğinde böyle hatalar yapıyor zahar.

çılgınlar gibi okuduğum o günlerde ismini ilk kez bir politikacıdan duymanın şaşkınlığıyla tagore 'un şiirlerini okumuştum onun çevirisiyle. sanskritçe diye bir dilden de böyle haberim olmuştu.

yani ecevit aslında, çok güzel gülümseyen bir adamdı. hatırlamaya gerek yok, belgesellere bakın görürsünüz. bir de şiirler yazardı karısına 'yapamadıklarımız' diye. edebiyat da kimi zaman politika kadar yalan olabiliyor böyle. 'şiirler yazacağına yapsaydı' demiyor musunuz siz de içinizden?

tamam herşey detaylarda gizlidir ama detaya boğulmak da insanı yorar, konudan uzaklaştırır. bâki kalan her ne ise işte o bir cümle, bir ses, bir his.. işte ecevit için o, iyi birşeydir. böyle bakınca insan hayatına, üç yanlış bir doğruyu filan götürmez. geriye kalan, 'sanki olabilirdi, keşke olsaydı, olabilseydi' denen bir tasarıdır. ama kimseyi yapmadıkları, yapamadıkları ile tanımlamak bize düşmez. çok daha fazlasına soyunsa da, herşeyi sadece inandığı için yaptığına, kimseyi kandırmak, peşinden sürüklemek gibi iktidar hırslarıyla hareket etmediğine inanıyorum nedense. yani herhangi birini değerlendirdiğim kıstaslarla bakıyorum ona da. bütün bunlar size naif geliyorsa, doğrudur. o mitingi yaşayan, akşamları seçim konuşmaları için heyecanla radyo başına koşan genç de burada çünkü, yazıyı biraz da o yazıyor. hepsi oldu. hepsi gerçekti. bir zamanlar âşık olduğunuz birini o hâliyle hatırlamak daha iyi fikir olabilir. en azından aşkı anladığından ve anlattığından kuşku duymadığımız biri söz konusuysa..

ne ben sorayım seni
ne sen beni sor
soyunmuş seslerimiz tenden
boşlukta bir aşk örüyor

ses olmuş duygular
yaklaşır dalga dalga zamansız
kavuşsa da seslerimiz birbirine
biz kavuşamayız

ne kollarımız var saracak
ne öpecek dudaklar
ne görülecek yüzümüz var
ne görecek göz

bir aşk örüyoruz boşlukta
çizgiden soyut
zerreden öz

bülent ecevit, 1953

------------------------------------------------------------------------------------------------
not: daha yeni genç bir ölümle sarsılmış, şu yandaki bir yıllık arşivden bir kısmını görebileceğiniz gibi, onca arkadaşını kaybetmiş biri olarak, en azından hayatın bana izin verdiği sürece burada ölüm üzerine yazmamaya karar vermiştim. son yazdığım yazıya kendim bile acı duymadan bakamadığım ve de okuyanlar tekrar tekrar bu acıyı duyuyor diye pişmanlık duyduğum için... siz bunu bir hatırlama ve yâdetme yazısı sayın..