9.7.05

herkesin bir rosebud'ı var

"hayatımın geçmiş yıllarına uzanıp bir şeyler hatırlamaya çalıştığımda hiç bir şeyin gerçek anlamda berrak olmadığını görüyorum. sanırım belleğimdeki ilk anı, ne kadar küçük olduğumu bile hatırlamayacak kadar küçük olduğum zamanlara dayanıyor. (...)
otuzikinci sokağın sonundaki çıkmazda, güneşin altında bir basamağa oturup bekledim. herhalde ilkbahar mevsimiydi, çünkü evin önündeki büyük ağaç, yusufçuk böceğine benzeyen iki kanatlı tohumlarını döküyordu. tohumlar rüzgârsız günlerde havada döne döne alçalarak yavaşça yere konarlardı. ağzım açık kalana kadar başımı arkaya atıp onların havada süzülmelerini izler, umutla elimi uzatırdım; ancak elime hiç konmazlardı. biri yere inince yeniden gözümü yukarılara diker, güneş başımdaki sarı saçları ısıtırken bir sonraki sihirli olayın gerçekleşmesini beklerdim. böyle, bir sonraki sihirli olayı bekleyişim, son altmışbeş yılda hatırlayabildiğim en güzel andır benim için."



"bu hikayede son yok. sonunu bilseydim seve seve anlatırdım. hayatımın sonu da, otuzikinci sokağın sonundaki karaağacın altına oturup, o büyülü tohumları yakalamak umuduyla ellerimi uzattığım zamanların öncesi gibi bir bilmece benim için. (...)
ancak yine de diyebilirim ki, son nefesimi verirken kendimi tekrar otuzikinci sokakta bulacağımdan eminim. kendimi, güney denizlerindeki adamda, geceleyin efil efil rüzgârda, başımı geriye yaslamış ve ağzım açık bir şekilde, kırpışan noktacıklı ışıkların altında ne zaman geleceği belli olmayan o sessiz ışık yolunun göğü yırtıp beni tekrar şaşırtacağı anı beklerken hayal ettikçe zihnim yatışır ve durulur. artık küçükken yaptığım gibi elimi uzatmıyorum, ama büyülü anları eskisi kadar hiç bıkmadan, usanmadan bekliyorum."

brando – annemin öğrettiği şarkılar
robert lindsey ile / remzi kitabevi