6.11.05

korkunun ecele faydası yok!



geçen hafta hemen her geceyi oturduğumuz caddedeki dükkânların alarmlarını dinleyerek geçirdik. her seferinde bir diğerinin.. cumartesi gecesi durup durup çalarak sabahı etmemize neden olan büfenin alarmı (neyi koruyorsunuz? sosisleri mi, ayçekirdekleri ile sakızları mı?) pazar günü saat 17.00 sularında yine çalmaya başlayınca yaklaşmakta olan felaketi tahmin etmek hiç zor olmadı. ama yine de müziğin sesini açarak bir süre dayandım. sonunda aradığım emniyetteki hayatından bezmiş memurla aramızda şöyle bir diyalog geçti:

ben: nereye başvuracağımı bilemedim, sizi aradım.
memur: bizim yapacağımız bir şey yok. siz asıl o alarmı takan lavuk var ya, o lavuk.. işte onu bulun asıl.
ben: zaten onu bir bulsam..
memur: yankesici olsa gelir keseriz..
ben: yankesiciyi niye kesiyorsunuz memur bey. dediniz ya bu alarmları takan, taktıran lavukları kesmek lâzım asıl.
memur: yok onu demedim.. hani yankeski var ya, ondan diyorum.. ekiplerin elinde olsa gelir alarmı devreden çıkartırız. yoksa biraz da biz dinler, döneriz. bence siz bir yankeski bulup alarmın kablosunu kesin.

o akşamı bu diyalogdan ve yankesici/yankeski anlaşmazlığından gevşemiş bir şekilde atlattım. o kadar çok güldüm ki, sesi filan unuttum.
dükkân sahiplerinden birine ulaşılmış. böylece alarmlardan birisi geceyarısı sustu, ama diğeri çalmaya devam etti. ertesi gün konu hakkında öğrendiklerimiz:
. ulaşmaya çalıştığımız alarm şirketinin telefon numarası satış ofisinin.. yani yalnızca mesai saatleri içinde ulaşılabilen bir numara.
. dükkân sahibinin telefonuna gelmesi gereken sinyal, ancak içerdeki alarm çalınca geliyor, dolayısıyla dışardaki sonsuza kadar çalsa da kimsenin ruhu duymuyor.
. bu alarmların karakollara da bağlı olması gerekiyor. ama biraz önceki diyalogdan sonra sizce böyle bir ihtimal var mı?

muhtelif dükkânların alarmları bayram tatili boyunca da aralıklı olarak çalmaya devam etti. bir tahmine göre, emniyetin kameraları ya da dipdibe alarmlar birbirini tetikliyor. tahmin edebileceğiniz gibi artık kimseyi aramıyorum, ne büyüklükte bir yankeski almam gerektiğini düşünüyorum. düşündüğüm hiçbir büyüklük kesmek istediğim şeylere yetmiyor. herkesin nasıl ve neden bu kadar çok ses üretmeye meraklı olduğunu çılgınca merak ediyorum. bütün bu önlemlerin bir işe yaramadığını nasıl olup da göremediklerini de.. haberlerde, soyulmuş küçük esnafın dükkânlarındaki kameraların çektiği görüntüleri izliyorum ve bu görüntülerle hırsızlıkların artışındaki paralelliği düşünüyorum. araba alarmlarının, klaksonların ve cep telefonlarının saygısızca yükselen seslerinin, birilerinin malını mülkünü korumak için heryerde sürekli kaydedilmekte olan görüntülerimizin hiç de öyle gelişmişliğin, teknolojinin, emniyetin, şuyun buyun değil, bal gibi de mülkiyetin iktidarının göstergesi olduğunu görüyorum. 1984’ün üzerinden çok uzun zaman geçti, kimse büyük birader’i filan hatırlamıyor anlaşılan.

bayram nedeniyle merkeze doğru akın eden varoş gençlerinin yüzündeki ifadeyi görünce, yanmakta olan paris aklıma düşüyor. alarmdan buralara nasıl vardığıma gelince.. düşünceleri genellikle böyle zıplayarak yolalan biri olarak pek hoşuma giden bir sözü hatırlatabilirim: sap ile saman tehlikeli ölçüde yakındır.