18.7.05

kendini kendiyle besleyenler



bir kez gördükten sonra, batıya gitme fikri hiç heyecan verici değil. aynılaşmış uygarlık görüntüleri, yeni bir yer, yeni bir insan tanıma duygusunu hiç mi hiç kışkırtmıyor. doğuya doğru yola çıkarken bunun farkında olsam da, yaşayacağım bu heyecanlı yenilik duygusunu pek de kestirememiştim doğrusu.

doğu, bir zamanlar sahip olduğumuz, hepimizin kırık dökük anılarında yer bulan ve bir daha yakalayamadığımız o derin huzur duygusuyla anlatılabilir ancak. bir pazar günü sessiz bir sokak gibi. yakalayamıyoruz, çünkü yüzümüz başka taraflara dönük. gözünü şehvetle batıya dikenlerin yalnızca bir renk ve bir dokudan ibaret gördükleri, o aslında hayatın ta kendisi olan yerlere ilişkin, kendi deneyiminden süzülmüş birkaç ipucu verilebilir belki.

isterseniz bu insanların nasıl bu kadar asil, bu kadar huzurlu ve kendileriyle barışık olduğunu oturdukları yerden umutsuzca anlamaya çalışanlara kulak verin; hem doğu öğretilerinden hırsızlama yürüttüklerinizle kendinizce medeniyetin sonuçlarıyla başa çıkmaya çalışıp, hem de o diyarlara ilişkin söze yoksulluktan başlayarak yuvarlanıp gidin. isterseniz de bütün önyargılarınızı, estetik ve medeniyet ölçülerinizi evde bırakıp doğuya doğru bir yolculuğa çıkın.

böylece, hiç anlamadığınız dillerdeki şarkılarla saatlerce yol alabilir;
gece yarısı yol kenarında bir kadınla birbirinin dilini anlamadan çoluk çocuk muhabbeti yapabilir;
adını bilmediğiniz tanrılardan birine adadıkları bayramlarında köy meydanlarında gece yarısı sarmaş dolaş birlikte dans edebilir;
coşkulu bir delikanlıdan, bölgesinin bağımsızlığı için verdiği savaşı dinleyebilir;
bir kahvede karşıdan karşıya atışmaları izlerken kendinizi birden lafın ortasında bulup keyiflenirken nargilenizden bir nefes daha çekebilir;
tapınağın hayratında yemeğe davet eden güzeller güzeli bir kız çocuğuyla sessiz sedasız bir yemek törenini paylaşabilirsiniz.

hem bitmesini istemediğiniz, hem de başka yerlerde sizi bekleyenleri hiç tanımadan özleyerek zamanı gelince uzaklaşacağınız bu anları istediğiniz kadar çoğaltın. yollardasınız, eliniz radyonuzun istasyon düğmesinde. bir şarkıyı sonuna dek dinlemek isterken parmağınızın ucunda bekleyenlerin çağrısı peşinizi bırakmaz. giderseniz mismina’ya, seema’ya, davar’a, çandra’ya rastlayacaksınız.

sözün burasında, iran, pakistan, hindistan ve nepal üzerine dost meclislerinde lafa laf katabilecek biraz bilgi kırıntısı eklemek mümkün. bugüne kadar söylenmişlere kendince birkaç cılız ilâve. ama ben cızırtılı radyosunda kendi frekans ayarını yapar gibi gezebilmenin ve dünyayı böyle tanıyıp algılayabilmenin peşindeki insanlara kendimce bir selam yollamak istiyorum yalnızca. tanıdıklarıma ve şu anda yollarda olup günün birinde tanımayı umduğum diğerlerine.

------------------------------------------------------------------
not: o yıllarda yapılan gezinin hatırası olan bu yazı, radyo'nun çubuğu ile aynı günlerden kalma. insan yeni gezilere çıkmadıkça, eskilerin anılarıyla avunmak zorunda kalıyor belli ki.