3.7.07

bir şans daha yok


afrika'nın suzuzluk ve açlıktan başka birşey yeşermeyen topraklarından alınıp israil'e götürülen bir göçmen çocuk, temizleyip paklamak için soktukları duşun altında dehşet içinde bağırmaya başlar ve suyun akıp gittiği süzgeci elleriyle kapatmaya çalışır umutsuzca: su akıp gidiyor! ülkesinde bir damlasını bulamayan çocuklar sinekler gibi düşüp ölürken su akıp gidiyor!"

bu bir film sahnesi.. insanın empati duygusunu doğrudan harekete geçirebilecek, öyle olacağını umduğumuz onlarca, yüzlerce sahici andan biri.. zaten tüketimle, ''fazla'' ile başı dertte olanlara bıçak misali saplanacak bir sahne. izledikten sonra gönül rahatlığıyla 'ay her gün duş almadan yapamam ben!' diyenin aklına şaşarım. amma velakin yumurta kapıya dayanmadan kimse dünyanın küçümencik olduğunu, sorunların er geç heryere bulaşacağını anlamıyor işte. şimdi herkes söze küresel ısınma diye giriyor, halı yıkayanlara da ceza kesiyoruz, aman ne güzel.. ve de geçmiş olsun.

ben bu duş alma merakının, -ne merakı, isterisinin- biri bizi gözetliyor evlerinin ilkinde farkına varmıştım. hep beraber röntgencilik etmemiz işe yaramış, durup durup aklıma böyle şeyler geliyor o ilk evden.. dışarı çıkılmayan, dolayısıyla da kirlenmenin pek mümkün olmadığı o evde sürekli bir duş alma krizi yaşanıyordu. bir felaketten sözeder gibi konuşuyorlardı ağlamaklı: 'ama ben dün almadım duş, bugün de almazsam...' aman tanrım, nasıl yani? hepsinin geçmişinde, üç-beş günde hatta haftada bir, ailenin karar verdiği gün yapılabilen banyolar olduğuna kalıbımı basabilirim oysa.. hadi büyük şehir, hava kirliliği diyelim, şimdilerde daha fazlası gerekiyor (muş, öyle diyorlar) öyle alıştılar filan. yahu, göbeğinizi kaşıya kaşıya dolaştığınız evin içinde nedir bu su, -pardon- 'duş' aşkı? orada takıldığım bu 'ay duş almam lazım!' meselesi beni yıllardır yiyip duruyor işte dostlar. ek olarak, yanımda yöremdeki avrupa milletlerinden insanların zaten ve doğal olarak sabah akşam habire duş almalarına, bir kere giyindikleri iki tişörtü koca makinelere atıp yıkamalarına filan da öyle bir gıcığım ki, sormayın gitsin.

şimdi bütün bunları zaten beni bilen eşe dosta arada söylemişimdir de, böyle uluorta geçen sene yazabildim mi mesela? hayır! türlü çeşitli bıyık altından yorumların, popülizmdi, cimrilikti, boyna ışıkları kapatan memur sınıfının çocuğu olmaktan malul olmaktı, artık yorumun bini bir para, bilmez miyim.. (sahi bir de, tuvalet kağıtları üzerine bir nutuk vardı bbg'de, bak o da şahaneydi. onu da özellikle kadınlara ithaf etmek isterim hazır yeri gelmişken: 'bunlar böyle parça parça yapılıyor ki, öyle kullanılsın diye, bir metre kullanmak gerekmiyor.')

dünya böyle bir yer işte: birileri yıllardır, on yıllardır yırtınıyor. büyük ölçekli önlemlerden kişisel alışkanlıklara kadar nasıl herşeyin önemli olduğunu anlatıp duruyorlar.. olanlar oldu, sonuçları üzerinden ahkâm kesiliyor şimdi. küresel ısınmanın en büyük yaratıcılarından olan abd yıllarca, 'bana ne, ne haliniz varsa görün' dedi. şimdi çin, sanki başka bir dünya mümkünmüş gibi, önce ülkemin kalkınması, sonra düşünürüz diyor önlemlerle ilgili olarak ve kyoto'yu imzalamıyor. bir milyon ytl'ye, kesmeyen çin malı makaslar almaya devam edelim, çin'i kalkındıralım, sonra hep birlikte yağmur duasına çıkacağız. bir milyar kelle, elbet tutar dua..

yakınmayı sevmesem de kafamın sünger gibi olup konuşmaya mecalimin olmadığı şu geçtiğimiz günlerde, 'sıcaaak' deyiverince bir arkadaşımın pek güzel belirttiği gibi: klima alalım, küresel ısınmaya katkıda bulunalım, bizim neyimiz eksik..

----------------------------------------------------------------------------------------------
not: o kadar uzun zamandır yazmamışım ki toparlamadan masaya getiriverdim böyle. bunu ısınma sayın, bir dahakine artık.
sağanak yağmurlarda ıslanmanız dileğiyle.