28.2.06

...ailenin mülkiyeti



'babam ve oğlum' sinema yazarlarının hemen hemen bütün ödüllerini aldı. sık rastlanmayan biçimde, gişe ile eleştirmen buluştu. bir filmin, sadece 'ağladım, ağlamadım' düzeyinde konuşulması pek hoş olmasa da, tamam işte, buluştu insanlarla! ben bu sonucun, eski film seyretme pratiğinin tekrarlanması ile ilgili olduğunu düşünüyorum biraz da. ailecek toplaşılıp sinemalara gidildi, hep beraber ağlanıp gülündü, tv'den değil de gidilen filmden bahsedildi sohbetlerde. önce koşa koşa vazgeçtik herşeyden, şimdi de ucundan gördüğümüz hatıralara salya sümük...

sinemayla sıradan bir seyirciden daha fazla ilgilensem de, hâlâ bu konudaki ilk kıstasım hoşuma gitmesi. ne demiş adam, 'sanattan anlamıyor olabilirim, ama neden zevk aldığımı adım gibi bilirim.' bazen 'sevdim' ile 'beğenmedim' arasında kalıveriyor insan. babam ve oğlum'la ilgili hissiyatım da tam bu. hümeyra ve küçük ege dışındaki oyunculukları abartılı bulsam da, başta rus filmleri olmak üzere, bu baba/oğul temasından fenalık gelse de, daha filmi seyrederken düşünceler kafama üşüşse de, başından sonuna kaptırıp seyrettim işte.

çağan ırmak'ı seviyorum, dertleri ve hikâyeleri olduğunu düşünüyorum. ki niceleri, oturup 'ne hakkında film yapsak, bu aralar en iyi ne satıyor' derken, onun filmlerini beklemeye ve merak etmeye devam ediyorum.

bu yaştaki adamın ne haddine 12 eylül hakkında dizi yapmak, film yapmak diyenlere verilecek cevap da belli bence: siz yapmadığınız için! başka bir coğrafyadan, tanımadığım birinden gelmişçesine izlemek istiyorum türk filmlerini, anlatılan dönemi biliyor olmanın, yönetmenin yaşamının ya da konuştuklarının önemi olmasın istiyorum.

ammaaaa... çok temel bir noktadan itirazım var. filmi eleştirmeyi bir kenara bırakıp sadece bu konunun konuşulmasının çok önemli olduğunu düşünerek ben aradan çekiliyorum. postexpress'in 57. sayısındaki 'devletin kökeni, ailenin mülkiyeti' başlıklı, serpil sancar imzalı yazıdan küçük bir bölüm:

"... bir solcunun yaşamını anlatabilmek için aile ve baba imgesi dışında kurulabilecek bir dil, bir anlatı biçimi, bir imgeler alanının yok oluşu, doğrusu çok yıldırıcı ve umutsuzluk verici bir hal. bu, sola yapılan bir haksızlık. sanat, solun dünyasına uygun bir dil aramak konusunda bu kadar kısır olmak zorunda mı?
sinema dünyasının bu körlüğünün arkasında 'solun kendine bakışındaki körlük' olduğu açık yüreklilikle kabullenilmeli. solun, çoğu yerde, tarihsel misyonunu 'devlet odaklı değişim projesi' olarak tanımladığı gerçeğiyle yüzleşilmeli. türkiye'de solu sol yapan toplum projesi, devleti, toplumsal özgürlüklerle ilgili değişim projesinin merkezine oturttu hep. aynı radikal tutumu aile kurumu ile ilgili olarak yaptığını söyleyemeyiz. aileyi bir iktidar ilişkileri örüntüsü olarak kavrayıp değişim ve özgürleşme projesinin bir bileşeni olarak tanımlamak, genel kabul gören ve altı kalın çizilmiş bir 'sol' ilke olmadı. açıkçası türkiye'de sol, 'ailenin değişimi'ni politik bir değişim projesinin kaçınılmaz ve önemli bir bileşeni olarak açıkça benimsemedi.. bu, türkiye'de solun önemli bir muhafazakârlık alanıydı. aile bir toplumsal kurum olarak solun iktidar eleştirisinde hiçbir zaman önemli bir yer tutmadı.
(...)
zaten, solun aileyi bir iktidar ilişkisi olarak algılama ve eleştirme zafiyeti, feminizmin 'soldan kaynaklanan' bir siyasal hareket olarak yaşam alanı bulmasının da kökeninde yatan gerçeklik. solun yarattığı eleştirel boşluk ancak feminizmin eleştirel sorgulamasıyla görünür hale gelebilmiş, ama bu da çoğu zaman, sadece feministler için geçerli bir eleştiri olmaktan kurtulamamış durumda."