3.12.05

eziyet nesneleri 1: yüksek topuklar



nesnelerin masum olmadığı malûm, ama bazıları o kadar çağrışımlı ki, yaklaşmak kolay değil. fetişizmden cinsiyet rollerine, boy sorunundan şehir hayatına seç, beğen, al.
kadın olarak, kişisel yaklaşımın tek göstergesi var oysa: giyersin, ya da giymezsin, gerisi lafügüzaf. ama şehir hayatının dipdibeliğinde, ağaçta bulabildiği dala tek eliyle tutunmaya çalışan maymunlar misali diğerlerinin tercihlerinden payımızı alıyoruz. kimi zaman sessiz bir bekleme salonunda ya da bir kahvede, herkes kendi dünyasına gömülmek isterken yaklaşan ve esir eden bir ses: tak, tak, tak... topuklarıyla yarattıkları gürültüye aldırmayanların, hayatlarını da başkalarının kafasına çakmaktan geri durmayacağını söylemek fazla mı olur? olsun, söylüyorum. eziyet demem boşuna değil, mesele de yalnızca ses değil. aslında ‘ne kendi etti rahat, ne âleme verdi huzur’. yoksa, gerçekten de yalnızca gövdeye işkence etmek için tasarlanmış gibi duran bu şeyleri kendilerine lâyık görmelerinden kime ne allahaşkına?

söylenmesi gerekeni söylemekten de geri durmuyor kimse. ‘yüksek topuk hasta ediyor’ yazıları sigaranın zararlarını anlatan berbat afişleri hatırlatıyor. nasıl kadın olunacağını öğretip duruyorlar, yok topuklu-düz, yok g-string-pamuklu don, yok fettan kadın-bâkire filan diye, sonra da topuğun zararlarına ilişkin cümleler meselâ. bir kefede sağlıksız ayaklar ve kimi zaman ağrılı bir omurga, diğerinde koskoca bir kadınlık imajı... üstelik muhtaç olma/ihtiyaç duyulma oyununun nadide parçalarından biri olarak kadın/erkek ilişkisinin biryerlerinde duruyor. direnebilmek ne mümkün!

ayağını yere sağlam basmak gerek. tam anlamıyla ve bütün çağrışımlarıyla... yani yardımsız yürüyebilmek, canının istediği her yere gidebilmek, arabasız yaşayabilmek, yokuşları sekerek inip, tepelere tırmanmak, arada sadece canın istediği için yollarda koşmak, hayatın getireceği sürprizlere bedenen hazır olmak. korkmamak... 'bayan' değil 'kadın' olmak.

yarattıkları sahte kavramları ikiyüzlü hayatlara iade etmeli.