23.7.05

bitmeyen masallar anlatabilmek



bu haftayı yeğenimle birlikte geçirdim. yedibuçuk yaşındaki bu küçük adam, büyükleri tarafından henüz pek fazla canına okunamamış diğer bir çok yaşıtı gibi, birlikte şahane vakit geçirilen iyi bir arkadaş. dürüst ve adaletli olduğun sürece problem çıkmayan ve günbegün geliştirilen, hafızası olan bir ilişkinin içinde hem ciddi, hem eğlenceli olabiliyor, insanın ruhunu aydınlatıp dünyayla bağını sağlamlaştırıyor. "işte tam da böyle olmalı" dedirten bir uyumla, eşitlik içinde bildiklerimizi, bilmediklerimizi ve merak ettiklerimizi paylaşıyoruz. ben, çocuklara has o tazeliği seyrediyorum hayranlıkla; o, daha fazla şey bildiğini ve yapabildiğini sandığı beni... bilgece saptamaları ve komik taklitleri ile büyüklerin foyalarını ortaya çıkartıyor; kırmadan ama kibar olmaya da çalışmayarak. hiç bir yalanı kaçırmıyor, haksızlığa hiç boyun eğmiyor. onunla yalnızca bir otorite figürü olarak ve büyük olduğunu ille de vurgulayarak ilişki kurmak isteyenleri sessizce reddediyor, onları pek de sevmeyerek kendince cezalandırıyor.

deyim yerindeyse malzemenin bu en bozulmamış halini görmenin keyfi, gün gelip yetişkin dünyasına dahil olacağını bilmenin sıkıntısı ile yan yana. biliyoruz ki yavaş yavaş uzlaşmaya başlayacak, yalanı görmezden gelecek, yalanı bizzat yaşayacak. öfkesini ve ironisini kontrol altına alacak, istese de, istemese de... yalnız kalmamak için kendinden uzaklaşacak, gittiği yerde daha yalnız olunduğunu görecek, kimbilir, belki yine kendine dönüp çoğalacak.

o bütün bunlardan bihaber, büyümek istiyor elbette. daha doğrusu öyle söylüyor diğer bütün çocuklar gibi. ama gece uyumadan önce, o neredeyse en bebek halinin çıkageldiği anlarda söyledikleri eleveriyor asıl isteneni: "masalı o kadar yavaş anlat, o kadar yavaş anlat ki, hiç bitmesin."

ne yazık ki: "beş yaş, insanın en olgun çağıdır, sonra çürüme başlar."