22.1.07

sıdesutyun paregamıs!


hayatın ve kafa koparıcı familyadan birilerinin acımasızca üstüme geldiği bir gün, sevgiyi, anlayışı ve barışı, saldırmaktansa geri çekilmeyi olumlayan öğretilere ve bu öğretilerle yetiştiren aileme kızgınlık ve öfke içinde feryat etmiştim: "niye böyle yetiştirdiniz bizi?" diye...

kaç gündür yeniden aklımda, ürkek güvercin sembolüyle birlikte. tam, "ne güvercini, aslan olalım, kaplan olalım, kendini ve dünyasını koruyan, koruyabilen bir şeyler olalım.." diye düşünürken, hrant'ın kardeşinden geldi cevap: "bundan sonra güvercin değil, şahin olacağız."

birilerinin köşe kapmaca oynarcasına kapısına bekçi olup belirlediği kavramları değiştirmek için uğraşalım.. semboller dünyasının duvarlarını yıkıp yeni semboller bulalım..

oturdukları yerden dişlerini -gerçek anlamıyla da üstelik- göstererek deşip deşip 17 yaşındaki çocukları tetikçi yapan adamları teşhir edelim, işaret edelim, ihbar edelim. birileri gidip enselerine iki kurşun sıksın diye değil, yargılansınlar diye.
bir daha yapamasınlar diye.
güçleri kalmasın, bakan olarak kalamasınlar, bir gün karşımıza parti başkanı olarak çıkamasınlar diye.
unutulmasın diye.
***
yarın agos'un önünde, kumkapı'da, sokaklarda olalım, korkularla yaşamaya terkettiğimiz ve ezeli ebedi yetim bıraktığımız o çocuğu şefkatle kucaklamaya çalışalım. ona faydası olmayacak bu kucaklamanın kalanların korkularını ve öfkelerini, utanç içindeki bizlerin acısını bir damla yatıştırmasını dileyelim.

------------------------------------------------------------------------------------------------
not: başlık, elveda dostum anlamına geliyor. gazetelerden yürüttüğüm bu iki kelimeden başka ermenice kelime bilmiyorum. siz de bilmiyorsunuz eminim. ama ermeni komşularımızı, arkadaşlarımızı sayıp döküyoruz hepimiz.. kimbilir kaç kuşak ingilizce kurslarında telef olurken arkadaşımıza kendi dilinde merhaba demeyi öğrenmemiş olmanın utancı da yanımıza kalsın. yarın slogan atmadan sessizce yürürken bunları düşünürsek belki üç günlük semboller ve laflardan başka şeyler de kalır elimizde.

19.1.07

...

ırkçıların, tahammülsüzlerin, recm çığırtkanlarının, güvercinlerin boynunu kopartanların hânesinde bir çentik daha... bu düşünceli yüz ve bu kıvrılıvermiş ayaklar, benzer fotoğrafların yanına arşive kaldırılmadan önce kara kara düşündürtmeli. bu adamı koruyamadık, kurda kuşa yem ettik diye kendimizden utanmalıyız.

10.1.07

ayşegül tatilde


fethiye'deyim..

yılbaşı patırtısından kurtulmak için her sene düşünüp anca iki üç yılda bir yapabildiğimi yapıp buralara geldim. istanbul bütün ateşiyle çağırsa da, geldiğim anda aldığım derin nefesi kaybetmek istemediğim için de uzatıyorum işte böyle..

hem sessizlik sevip hem de istanbul'un göbeğinde yaşamak gibi bir çelişkiyi barındırıyor bu bünye, arada bu fok delikleri olmasa, zor.. ayak bastığım anda hissettiğim şu oluyor, istanbul dışı her yere: kendi ayak sesini duyuyor insan buralarda, ki herkese lazım. hem kendininkini, hem diğerlerini duymak. topuk takırtısı değil, ayağın toprağa değme fısıltısı.. izinin ve sesinin ayırdına varma güzelliği..

nerede yürürsen yürü, üçbuçuk tarafında dağlar da yürüyor seninle burada. bu mevsimde tepeleri karlı.. beşparmak dağları ve de babadağ, sahilde denizin sesine öyle arkadan katılıyorlar.. nasıl söylesem, pek ferah, çok güçlü, neredeyse ölümsüzlük duygusu vererek.. geri kalan buçuk denizde batıyor güneş yine bu mevsimde. yazın, adaların arkasında erken kaybolurken, şimdi yeşil ışık yayacakmış gibi dalıyor sulara.. yağmurlu bile olsa gün, son yarım saatte çıkıp bulutların takkesinin altından yapıyor yapacağını.

bir temmuz ayında şu herşeyi bildiğini ve de herkese öğretmek için saygonlular tarafından görevlendirildiğini sananlardan biriyle konuşmamızı hatırlıyorum da.. önceki kasım ayında üstelik o mevsimde denize de girmenin mutluluğuyla her gün sahilde dolanıp durmamdan sözederken, "olmaz öyle şey" deyivermişti.. "denizden batmaz güneş burada.. o kadar fark olur mu arada?" mesleki yamukluktan alabildiğine muzdarip bir öğretmendi kendisi, böyle durumlarda sözü uzatıp, öbür gezegenin eğitim görevlisi konumuna düşmemek için susmuştum. kafasını kaldırıp gökyüzüne sahiden bakan herkes güneşin yıl boyu nasıl bir yol aldığını görür oysa, kitaplara ve de "şart, şart, eğitim şart" a filan gerek duymadan..
***
arada akşamları sohbet eşliğinde ortasında yanan ateşe bakarak demlenilen bir meyhanede, bütün gün sadece bira içip oturan bir alman var. türk karısı ölüp mal mülk de elden gidince böyle bir meczup hayata girmiş. verilirse yiyor, laf atılırsa konuşuyor. dünyanın her köşesinde benzerlerinin ne kadar çok olduğunu bile bile, benim gözüm ona takılıyor, hayat üzerine fazla düşünmemeye çalışıyorum.
***
ateşe bakıyorum, korların arasındaki mağaralarda gezintiye çıkıyorum..
güneşe, ateşe, suya tapınmanın nasıl kaçınılmaz olduğunu bir kez daha ciğerimden anlıyorum.