3.6.06

imkânsız ilişkiler



cumartesi yazıları başlayalı neredeyse bir yıl oluyor. başlarken, karşısında o kadar vakit geçirdiğim tv'nin ve özellikle dizilerin burada çok yer alacağını düşünmüştüm. tahmin ettiğim gibi olmadı, doğrudan tv üzerine çok az yazdım. ama şimdi, yazla birlikte mahkûmiyetten kurtulurken veda etmeli..

tv seyretmenin çağrışımları, yararları, zararları üzerine konuşacak değilim. n'apalım, en azından bu konuda, her koyun kendi bacağından asılır diye düşünüp irademi devreye sokmaya çalışıyorum. kimi zaman da koyveriyorum kendimi akıntıya. biraz da, asılacaksak yerli iple olsun (bu deyim böyle değil ama..) diye, yerli dizi seyrediyorum çoğunlukla. yavuzer çetinkaya, taa yıllar önce, amerikan filmi seyredeceğinize kötü de olsa yerli film seyredin, diye boşuna dememiş!

hırsız-polis dışında hiçbir diziyi baştan sona seyrettiğim yok, zaplaya zıplaya ortaya karışık... aliye'ye bile bakıyorum, hiç karizması kalmayıp, saygısızlığın doruklarında gezindiği halde. uzun hikâye, konusundan başlayarak hangi yaraları kaşıdığı belli. ama bir gazetecinin de dediği gibi, herkes kendi yaptığından sorumlu. meselâ hiç olmazsa yılların tiyatrocusu ayla algan, 'bi dakka ben bu işte yokum!' diyemez miydi?

bu kadar çekiştirilerek uzatılan hikâyelerde, hepsi dönüp dolaşıp paraya dayanan bin türlü değişkenin sultası altında yalnız senaristlere yüklenmenin âlemi yok. işin kaymağını onların yemesi de gerekmiyor. tamam. hikâye, yönetmen, yapımcı, hepsi önemli, anladık. ama yine de işi sürükleyen oyuncular. öyle olmasa, aynı dizinin içinde birisi şahane laflar ederken (meselâ aliye'nin mücahit gürboğa'sı), diğerleri iki yıldır "dayanamıyorum deniz", "dayan aliye" (meselâsını anladınız..) diyip dururlar mıydı? senaristleri bile kışkırtan oyuncu işte, bal gibi gördük.

bu uzayıp gitme halinde bile hikâye ve diyaloglarındaki zekâyı, pırıltıyı hiç kaybetmeyen yabancı damat'ın hakkını teslim etmeli arada. oyuncusu, yönetmeni dahil tam bir başarı olduğu için kim kimi itiyor anlamak zor. bir de geçen hafta, tam koka kola suratların üzerine yapışırken kana kana bir limonata içirdiler ki, kimin fikriyse helâl olsun!
***
yıllar önce devlet tiyatrolarında kafka'nın dava'sını seyretmiştik. hızlı varoluşçu zamanlarımız, sartre okuyup duruyoruz, bulantı meseleleri şu, bu... oyuna birlikte gittiğim arkadaşım da geceler boyu bu konularda ve başka her türlü konuda konuşmalara, paylaşmalara doyamadığımız kankam. ben taa en başından sıkıntıya garkoluyorum, içim kararıyor. öle bayıla okuduğum kitabın esamesini göremiyorum sahnede, kopup gidiyorum.

oyun bitince, aynı düşüncede olduğumuzdan hiç kuşkum olmadığı için doğrudan konuya giriyorum. ama gel gör ki kanka aynı fikirde değil, oyuna bayılmış. inanamıyorum, nasıl yani, sahnedeki bu donukluğun, bu enerjisizliğin, bu inanmayan tavrın nasıl farkında olamaz! yorum hiç düşünmediğim yerden geliyor. O, hissettiğim iç sıkıntısının kastedilen bir şey olduğunu, tam da kafka'ya yakışır bir kasvetin başarıldığını iddia ediyor. canhıraş, anlatmaya çalışıyorum derdimi: "düpedüz kötü bir oyun bu, kimsenin birşey anladığı yok kafka'dan filan." anlaşamıyoruz, ikimiz de ne gördüğümüzden çok eminiz, tartışma bir yere varmıyor.

şimdi ben bunu niye anlattım. şundan:

yeşilçam klasiği acı hayat'ın iki versiyonu var diziler arasında. her iki yorumda (özellikle de acı hayat'ta) burjuva ailenin fertlerini oynayanlar bir felaket. feci! dayanılır gibi değil! ben de şöyle düşünüverdim birden, dava'yı hatırlayıp: yeşilçam'ın kalın çizgilerle iyi-kötü ayrımı yaptığı dönemin hikâyesinde zengini sevimsiz kılmak, özdeşleşmeyi engellemek için mi yaptılar acaba diye. yani kasvet kastedilen bir şey mi?

kendi kendime eğleniyorum işte, boşverin siz beni.
***
bu senenin özeti şu aslında:
* kötülükleri giderek yumuşatılsa bile, kötü adamlar şahanedir:
bkz. olgun şimşek, mehmet polat, barış falay;
* biz doğulular şarkılı filmleri severiz:
bkz. bütün dizilerin şarkıları ama ille de, gecenin en siyahında umudun bittiği yerdeyim. köşeyi dönsem ölüm, düz gitsem hayat, gölgeler içindeyim.
* eskiden ya da şimdi, şişirilmiş egolar geç de olsa ağızlarının payını alırlar. ama ister yeşilçam'ın emektarı ol, ister yeni oyuncu, isminin ve oyunculuğunun herkesin kafasına girdiği bir an vardır.
bkz. bütün diziler

----------------------------------------------------------------------------------
bonus olarak bir de televizyon seyretmeyin! yazısı.
afiyet olsun.