4.3.06

sinerjiniz batsın!



istanbul'un ve beyoğlu'nun türkiye'nin merkezi kabul edilmesinden, bütün televizyoncuların bu caddede 'halk' röportajı yapmasından, taşların değişiminin, ağaçların kaldırılmasının tek ve en önemli mesele gibi konuşulmasından oldum olası rahatsızım. beyoğlu derken bile arka sokakların, alt mahallelerin ihmal edilip sadece caddeye yoğunlaşılmasından da. tarlabaşı'nın büyük bölümü, kış başından beri doğalgaz bağlanmasını bekliyor meselâ, sokaklara hatlar döşendiği halde.

ama ne var ki burası benim mahallem aynı zamanda. ve birilerinin acemilik ötesi bir aymazlıkla parçaladığı caddede bütün kışı çukurların üzerinden atlayarak, dozerlerin altında ezilmemeye çalışarak geçirdikten sonra, adamın biri çıkıp, sanki kendisi patagonya'dan yeni gelmiş, caddeyi ve çin granitlerini yeni görmüş gibi, bütün suçu yüklenici firmaya atarak konuşunca delirmek kaçınılmaz oluyor. ona beğendirmek zorundaymışlar, burası dünyanın en önemli caddelerindenmiş, tamiratı kabul edemezmiş, herşey mükemmel olmalıymış, sokak isimleri yerlere metal olarak yazılacakmış, onların da yapılmasını emretmişmiş... birisi bana mukayyet olsun, ben de birilerini caddeye metal plakalar olarak çakmak istiyorum.

beyoğlu'nda iken herkesin pek bi beğendiği başkandan sözediyoruz. o dönem yakınında olanların şimdi, 'size ne oldu kadir bey?' diye yazılar döşendikleri, adının geçtiği her yerde dr. ve mimar ünvanlarını hiç unutmayan bu kişi, iktidarın nasıl, içine şeytan girmiş etkisi yarattığının da canlı örneği. aslında başkan olduğu ilk günlerde, sanki başka işi yokmuş gibi oturup köprü tasarlamasından işkillenmiştik: 'başkanım, hem de mimarım, ben tasarlayabilirim, güç bende...'

ama örnekler o kadar çoğaldı ki, artık tek tek konuşmak yerine, toptan bu anlayışın sonuçlarından nasıl kurtulacağımızı düşünmek gerekiyor kara kara. üçüncü köprü, galataport, haydarpaşa limanı, tüneller... hangi birini n'apıcaz! ve de buyrun son örneğe. avasköy su kemerlerinin dibine yapılan çekirdek aile sinerji merkezine...

yıllar önce mimar sinan'ı anma gününde, kışın ortasında mağlova su kemerine gitmiştik. çamura saplanan arabalardan çıkıp soğukta bir saat yürüyerek ulaştığımız bu iki katlı 'anıt', az önce, 'su kemeri işte, ne geldik ki buraya?' diyenleri bile büyülemişti. yüzlerce yıl şehre su taşıyan ve ayakta kalan bu güzellikler, ilk depremde çoğunun yıkılacağı besbelli bu yeni hayat merkezlerinin ve bîçare istanbul'un enkazına acıyarak ve üzüntüyle bakacaklar ne yazık ki!

------------------------------------------------------------------------------------
not: gökhan tan'ın atlas dergisinde çıkan avasköy yazısının tamamı, burkina fasa fiso'da.