18.12.05

çok uzak, fazla yakın



iran’a ilk kez 1998’in sonbaharında gittim. bir otobüsün içinde ülkeyi bir uçtan diğerine katederken beni saran ve sarsan ilk duygu, bu kadar yakınımızda olan bir ülke hakkında nasıl olup da bu kadar cahil olduğumdu. bunun yalnızca benim cehaletim olmadığını dönünce anladım. düşününce herkes anılarından birkaç iranlı arkadaş çıkartıyordu, üstelik onlar çok sevilen arkadaşlardı. ama bir bulut çökmüştü anıların üstüne ve iran deyince herkes yalnızca mollaları hatırlıyordu. bir de üstelik, ülkede yaşamaya devam edenlerle, ülkesini terkeden, terketmek zorunda kalanları ayrı kefelere koyarak... gitmekle kalmak arasındaki çizginin ne kadar ince olduğunu unutuveriyor insan.

hatemi cumhurbaşkanı olalı bir yıl olmuştu ve ülkeye daha önce gelenler değişimi hemen farkettiler. artık pek ortalıkta görünmeyen devrim muhafızlarının giyim ve davranışlara müdahale etmesinden tut da, kadın fotoğrafları olan gazeteleri toplamalarına dek bir sürü hikâye dinledik. acemice örtünüp çıkıyorduk sokaklara, yabancı olduğumuz her halimizden belliydi, hiçbir tepkiyle de karşılaşmadık. insan malzemesinin, ilişki biçimlerinin ve günlük hayatı yaşama coşkusunun nasıl bambaşka köklerden beslendiğini, şimdilerde 23 yaşına giren rejimin bunu hiç de öyle radikal biçimde değiştiremediğini düşünmüştüm hayret ve keyifle.

-------------------------------------------------------------------------------------

yıl 2002. daha önceki içinden geçme macerasından yıllar sonra, günlük hayata dalmak, insanlarla tanışmak ve film festivalini izlemek üzere tahran’dayım. geniş caddeleri ve kaldırımları, iki-üç kavşakta bir karşıma çıkan meydanları, caddelerin iki yanından akan, bazen neredeyse birer dereye dönüşen arkları, adım başı çeşit çeşit taze meyve suyu ve çörek satan büfeleri ve büyük yeşil alanları ile gerçek bir ‘şehir’ tahran. tabloyu bozan tek şey, hava kirliliği. arkasını iran’ın en yüksek zirvesi olan elburz’un da içinde olduğu sıradağlara yaslayan tahran, trafikteki çok eski arabaların ve taksi motosikletlerin yaydığı ciddi bir kirlilikle boğuşuyor. ama gençler, bütün gürültüsüne ve kirliliğine rağmen tahran’ı tercih ediyorlar yaşamak için: “herşey burada!”
sinema, tiyatro, festivaller ve giderek yaygınlaşmakta olan internet. ama elbette asıl önemlisi, özgürlük ortamı.

çok canlı ve yaşayan bir şehir tahran. ‘siesta’ saatlerinde sokaklar boş, dükkânlar kapalı. saat 4’ten sonra ortalık şenleniyor. alışveriş, yemek, piyasa... sanılanın aksine ne kaçgöç, ne de haremlik-selâmlık. olsa olsa bildik aile salonu durumları. belediye otobüslerindeki haremlik uygulaması, ulaşımın büyük yükünü taşıyan taksi dolmuşlarda geçersiz. yani kadınların örtülerini çıkartırsanız, ülkenin nasıl yönetildiğine dair pek ipucu kalmıyor geride. yani en azından ilk bakışta.

iran’a giden kadınlara sorulan ilk ve bazen de tek soru şu: “örtündün mü?” oysa bu soruyu geçmek ve bilmem kaç yıllık uygarlığın üzerinde oturan bu zengin birikimli ülkeyi, caddelerinde sular şırıldayan şehirleri, hemen ve can-ı gönülden bağrına basan insanları, neşeli ve özgüvenli kadınları, maçoluktan uzak erkekleri, çayhanelerinde nargile eşliğinde müzik dinlemenin tadını, şair mezarlarında şiir mırıldananların seyrini anlatmak istiyor insan. sokaktaki yaşamın, çocukluğun kokularını hatırlatan başka başka hallerini anlatmak.

ama unutmak mümkün olmuyor. kötü bir kaza gelmiş ülkenin başına ve hayatların tepesine çöken rejim herşeyin üstünde ve yanıbaşında duruyor elbette. iranlı kadınların şah rejimini protesto etmek için taktıkları örtüler başlarında kaldı ve hatemi sonrası gevşeyen günlük hayatta görünürdeki en büyük yasak olarak hâlâ duruyor. şehirli kadınların neredeyse saçlarının yarısını açıkta bırakacak biçimde arkaya kaydıkça kaymış, ama bir türlü tümüyle sıyrılıp inemiyor. kaldı ki ne kadarı rejimin baskısı, ne kadarı geleneksel, ne kadarı alışkanlık; yasak kalkmadan anlaşılacak gibi değil.

kısa bir süre bu kaderi paylaşmak zorunda kalan yabancılar öyle zannetse de, dokuz yaşında hicaba giren ve artık eşarplarını bir parçaları gibi taşıyan kadınların yaşadığı en büyük zorluk bu değil elbette. dindar hristiyanlar aşırı kapanıp çarşaflara bürünerek, lâik müslümanlar da sürekli yakınarak meseleyi yalnızca buna indirgiyorlar; iranlı kadınların aslında ne düşündüğü ve ne yaşadığıyla ilgilenmeyip, kendi düşüncelerini onlara yamayarak. erkeklerle birlikte toplumsal yaşamın her alanında görünen iranlı kadınlar ise, rejimin ilk yıllarında seyahat bile edemezken gıdım gıdım aldıkları özgürlüklerinin detaylarıyla meşguller.

-------------------------------------------------------------------------------------
not: bu yazının üzerinden neredeyse dört yıl geçti. politik değişikliklerin farkındayım, ama haberler insanı anlatmıyor. ve iran'la ilgili her haberde benim canım yanıyor. komşunun evinden gelen seslerin yanında bir de bu izlenimler olsun istedim.