16.2.06

bizi tutan çiviler



kadınların güneşle, ayla olan göbek bağları daha sıkı düğümlü sanırım. eserekli ruh hallerimizi biraz da bu güzelim gök cisimlerinin gitgellerine, hareketlerine, bir görünüp bir kaybolmalarına borçluyuz. 'kış uykusu'nda da dediğim gibi araziye uyarak yaşamamanın sonucu olan sıkıntılarımızı ayın yükselmesine, güneşin kaybolmasına bağlarken nasıl olup da onlardan bu kadar uzaklaştığımızı düşünsek daha iyi olmaz mı?
bir arkadaşım, ayın hareketlerini izlemeyi, onunla hasbıhâl edip, dolunaya birden yakalanmamayı önermişti, bundan sıkıntı duyanlara. dün bir tv dizisinde (hırsız-polis) geçen dağcı tavsiyesini nedense bu aya bakma ritüeline benzettim: "bazen havada asılı kalırsın, seni tutan yalnızca bir çividir. bu durumda, bütün dikkatini o çiviye yoğunlaştır ve çıkmaya devam et."
***
fazla çaktırmamaya, kuyruğu dik tutmaya çalışsam da şu son bir kaç ayı kolay geçirmedim. bugün güneş gözümü gönlümü açınca biraz yürüdüm, deniz kenarına indim. derde deva iyot kokusu, üşütmeyen bir serinlik, arada hep beraber hızla üstümden geçen kuşlarla, gereksiz tortuları silkelemeye çalıştım. tiner koklayan bir delikanlıyla birlikte, iki köpekle, onlara simit ziyafeti çeken sahiplerini seyrettik. yemeklerini, ille de oturarak yemeleri için zorlayan, yemekten sonra da ağızlarını silen adam, çocuklarının herşeyi onların istediği gibi yapmasını eğitim sanan anne babaları hatırlattı. köpekler çok güzellerdi, mutluluk içinde yuvarlanıp durdular çimlerde, arada tinerci çocuğun üstüne çıkmaya çalıştılar, besbelli kokudan. ayrıca küçüğü, adamın, her seferinde poposuna vurarak oturtmasına rağmen ayakta yemekte ısrar etti ve kazandı! büyük olanın bu mücadeleden bıktığını, -eğitildiğini!- anlamış olduk böylece. yaşasın bütün yavru mahlûkat!
***
fındıklı parkı'ndan taksim'e çıkarken, daha yokuşa gelmeden sağda, köşede bir pastane vardır. çook uzun zamandır oradadır. ahşap vitrini, iki kardeşin isimleri yazan eski tabelası, vitrinindeki çikolata kutuları neredeyse ilk günden beri değişmemiş gibidir, en azından benim bildiğim yıllar boyunca hiç değişmedi bu dekor. gözümüzün önünde yaş alan iki kardeş beyaz önlükleri ve şapkalarıyla dururlar tezgâhın arkasında. biri suskun, diğeri esprili ve konuşkan bu adamlar, -kuru pastalarını pek denemedim ama-, gerçek bir supangle yapıp satarlar küçük kaplar içinde. ucuzdur ve her zaman aynı lezzettedir.

bugün yolumu oraya düşürdüysem, sadece supanglenin hatırına değildi. temel problemin güvensizlik olduğu, hiç bir şeyi bıraktığımız yerde bulamadığımız, değişim adı altında kıymet bilmezliğin yüceltildiği ve bütün tatların hormonlandığı bu hayatta neşe pastanesi'nin aynı kalmaktaki ısrarının iyi geleceğini biliyordum.
güneşin batışına, ayın hallerine, 'aman canım, sürekli oluyor işte' diyip sadece romantik bir meseleymiş gibi burun kıvıranlar da, hergün ısrarla doğan güneşin ışıklarıyla ısınıyorlar.

------------------------------------------------------------------------------------
fotoğraf: hindistan'da bir güneşbatışı töreni