10.6.11

ey kervancı..

genç yaşlı pek çok sevdiğimi kaybettim. herkes gibi.
kimi kardeşimdi aynı ana babadan gelmeden.
kimini şahsen tanımıyordum bile.
bazen öyle arka arkaya geldi ki,
'kimse için 'iyi ki var' demeyeyim' dedim kendi kendime.
'balık yedik yiyen ölür, elimize değen ölür' diyen içimi susturdum.

şehirleri arkamda bırakarak geçen çocukluğum, onları da kimi zaman bir kayıp gibi titreyerek hatırlamama yol açmış ki, yıllar sonra gidip onları tek tek ziyaret edip, elleyip okşadım.
iyiydiler, oradaydılar, beni pek hatırlamıyorlardı. yatıştım.

dünyanın en yoksullarından nepal, 'kardeş' pakistan, uzak komşu iran ve hem bu dünyanın hem bilmediklerimizin merkezi hindistan bırakmadı peşimi sonra.
aylarca yıllarca, bir tapınakta öylece duran insanları özledim durdum.
şehrin en kalabalık köşelerinde, hayatın en civcivli anlarında birden sessizleşip seslerini duydum.

pakistan'da deprem oldu, şu oldu, bu oldu..
sürekli birileri öldü.
keşmir karıştı, yeniden karıştı..
nepal'de bir prens kendi ailesini katletti, intihar etti.
ben;
quetta'da, bir pazar yerinde yürürken iki tarafa açılan esmer yüzleri görüyorum o dumanların arasında.
keşmirli devrimcinin, kimseye göstermeyeceğimi söyleyince karısının fotoğrafını çekmeme izin vermesi düşüyor aklıma. sözümü tuttuğumu farkedip seviniyorum.
dağların zirvesine çıkan batılıların çantalarını taşıyan şerpaların taşlarda seken çıplak ayakları geliyor gözümün önüne.
ruhum hindistan kırsalında dolanıp duruyor.
----------------------------------------------------------------------------------
geçen yılın başında beyrut sokaklarında biraz tersine olsa da aynı duygu..
duvarları delik deşik binaların önünden, kum çuvallarının, tel çitlerin arasından yürüsek de aklımızda gece yarısı yolda halay çeken kızlı erkekli grubun taşkın neşesi kalıyor.
yine de burası ortadoğu, eller her daim tetikte, tetikler aklımızda.

amaa.. halep kalesinin karşısındaki kahvede otururken, şam sokaklarında dolanırken, sınırı geçip iskenderun'a doğru yol alırken aklımdaki tek şey, bir ara gelip buralarda aylarca kalma isteği. ermeni kilisesindeki ayin sürerken avlusundaki kokteyl havasının, daracık sokaklarında yanımdan oynayarak geçen çocukların yaydığı hayat enerjisinin etkisi ile bölgeyi de, tepede olan biteni de, dipten gelen kaynamaları da hatırlamıyorum hiç.

şimdi o sınırdan yaralılar ve mülteciler geçerken,
suriye ağlarken,
canlı, sağlıklı, neşeli bir sevdiğimin ağır bir hastalığa tutulduğunu, başının fena halde dertte olduğunu duymuş gibiyim.
bir kez daha..

çok fena canım yanıyor.