31.7.07

hangi pornografi?


bülent ersoy'un cinsiyet değiştirmeden önceki her hareketi dönemin bildiğim tek magazin gazetesi olan hafta sonu'nda manşet oluyordu. seyircinin aç, aç yırtınmalarına karşılık sahnede göğüslerini açıp kapattığı zamandı yanlış hatırlamıyorsam, 'ahlaksızlık' diye puntolar ötesi bir manşet atmışlardı, tabii ki göğüslerin olabilecek en büyük fotoğrafıyla..

aynı dönemde yayınlanan bir gazetenin (tan?), tecavüz edilip öldürülen bir kızın kanlar içindeki, pornografiye hizmet etmek üzere orası burası çekiştirildiği belli olan yarı çıplak bedeninin yarım sayfa görüntüsü, hayatımın ilk büyük dehşetlerinden olmuştu. yaşıtımdı ve o sıralar başka bir şehirde olan babamın, bana mukayyet olmaları ve evde yalnız bırakmamaları için annemlere telefon ettiğini hatırlıyorum. tiraj uğruna katmerli zarar.

sibel kekilli bir zamanlar porno filmlerde oynadığı, gamze özçelik ise hem tecavüze uğrayıp, hem de ahlaksızca yayımlandığı için bedenlerinin orda burda olur olmaz sergilenmesinden ve hakaret edilmekten kimbilir ne zaman kurtulacaklar? internet ortamında adlarının geçtiği her yerde küfrün de birlikte gelmesi bir yana, kadın/erkek, ordan/burdan dinlemeden hemen herkes inceden dokundurmadan geçemiyor, bedenlerini görmüş olmanın verdiğini zannettikleri hakla konuşup duruyorlar.

pornografi tam da bu sözlerde, bu gözlerde saklı.

pornografi, armağan uzun'un iki gündür yayımlanan ve belli ki bir süre daha ortalarda dolaşacak olan görüntülerini çeken ve de bir yandan seslendirmeyi de ihmal etmeyen kadının sesinde saklı. aslında hiç de ilginç olmayan o görüntüleri bırakın, o sese, neler söylediğine ve nasıl neredeyse orgazm olurcasına 'çektim, çektim' deyişine kulak verin.

işte size su katılmamış pornografi. işte gerçek 'ahlaksızlık'. bülent ersoy'un göğüsleriyle satış rekorları kıran hafta sonu'nun yerini hep beraber dolduruyoruz. vatana millete hayırlı olsun.

30.7.07

eleştiri mi? hadi canım..


birkaç sene önce bir sekiz mart toplantısından yükselen 'bütün kızlar toplandık' seslerini duyunca, 'hadi ya' demiştim. 'bu şarkıya mı kaldı biraradalığın ve kadın hareketinin ifadesi..' ama olanla ölene çare yok biliyorsunuz, hissiyat buysa, ifadesi de böyle olur..

ama ardından gelen şarkı hiç de o kadar masum olmadı. aslında tek taş peşinde koşan kadın milletine laf etmek için yola çıkmış gibi görünen sözler, ille de onun ya da bunun tarafından alınması gereken bir tek taşın varlığını hiç itiraza yer bırakmayacak şekilde yerleştirdi. mücevher firmalarının yaygınlaşmasının bu şarkıyla olan bağlantısını da çok merak ediyorum doğrusu. o gün bu gündür, bağımsız ve aklı başında olduğunu kanıtlamak isteyen binbir çeşit kadın kendisinin aldığını söylüyor, yemin billah ediyor.. üstelik evlilik yüzüğü iken, bir olmazsa olmaza döndü neredeyse. zaten soru da netleşti: sen mi aldın, adama mı aldırdın? üçüncü seçeneği seçenler pek ortada görünmüyor, dolayısıyla böyle bir seçenek yokmuş gibi aslında.

tek taşın simgelediği evliliğin de tek seçenek olması gibi bir şey. evli misin? evlenecek misiniz? size evlenme teklif etti mi? hoş, magazin insanları arasında bile soruya itiraz edenler çıkıyor arada, ama onlar da adamın evlenme teklifi ettiğini söylüyorlar yine yeminlen. oysa erkekler beraber oldukları kadınlara üç gün sonra evlenme teklif ederler genellikle zaten. ama nedense bir yan cebime koy durumu söz konusudur, 'kadınlar evlenmek ister, adamlar istemez' efsanesi de yaygınlaşır böyle böyle..

yazdığı sözlerin nereye gittiğini görüyor mu, bundan rahatsız mı bilemiyorum, ama en azından şarkının yazarı, eleştiri yaptığını, memleketi kurtardığını filan söyleyen biri değil. onu 'özgür kız' sembolü yapanlar için aynı şeyi düşünmüyorum o ayrı..

öyleleri yok mu? var! yoksa siz geçen sene herkesi hop oturup hop kaldıran 'çakkıdı'nın aslında bu eğlence kültürünü eleştirmek için yazıldığının, çook iğneleyici sözlere sahip olduğunun farkında değil misiniz? doğrudur, göbek atarken farketmemiş olabilirsiniz. tıpkı, şimdi müzik programı sunmakta olan bir genç adamın kimsenin hatırlamadığı parçasının aynısının tıpkısı olduğunu farketmediğiniz gibi. yok canım, sözler çok eleştireldi de ondan bu kadar sevildi, halkım göbek atarken özeleştiri yapmayı da ihmal etmiyor.

ve de eleştirmeye doyamıyoruz. birisinin öylesine söyleyip geçtiği bir lafa çok kızıp o meseleyi de halletmek için bir söz daha yazıveriyoruz hemen: 'evlenilecek kızlar vaaar, eğlenilecek kızlar vaaar..' sonuç nedir? eski bir bantta kalıp unutulacak sözler ölümsüzleşiyor ve sanki böyle bir ayrım varmış, böyle bir ikileme varmış gibi yerleşiyor. hadi hep beraber göbek atmaya devam. şu tek taşını kendi aldığı için pek bahtiyar olan kadınlar şimdi de hem eğlenilecek, hem de evlenilecek nitelikte olduklarını ispat çabasında. gidip gidebilecekleri yer orası, bu zemini tümden reddetmek akıllarına gelmiyor, işlerine de belki.. ikilemelere doyamıyoruz.

son olarak, bir de 'hepimiz tikiyiz' biliyorsunuz. o kadar kötü o kadar kötü bir şarkı ki, ne sözlerini ikinci kez okumaya, ne de dinlemeye tahammül edemediğim için fazla bir şey söyleyemiycem. ama yine belki farkında değilsinizdir diye ekleyelim, o da eleştirmek için yazılmış!

şimdi anladınız mı başlıkta niye öyle dayılandığımı? eleştiri mi? hadi ordan allahaşkına..

popüler kültür eleştirisi pek makbul bir dal. üstelik kolay. tv seyrediyorsun, konuşuyorsun.. bu kadar basit. herkesin yapabileceği bir jimnastik. doğru dürüst yapanları elbette ayırarak, komşu kızı çekiştireceğine ünlüleri dert edinen halkımızı (ve kendimizi de tabii ki) şimdilik affederek, şu memleketin damarlarıyla oynayanlara, tekrarın bir eleştiri biçimi olmadığını, bu işin doğru dürüst yapılmadıkça gelip kafaya böyle çarpacağını söyleyebiliriz.

tekrarlamayın, yerleştirmeyin. her ortada olana ilişkin konuşarak onları var etmeyin. bu günün hissesi budur.

23.7.07

"...ne söylesem boş"



kendi kitlelerine halk, diğerlerine sürü, dışardan yönetilen, bilinçsiz diyen, neredeyse 'kim kullandırtıyor bu aptallara oy, moy..' diyecek kadar densizleşenler..

çocuk militanlar lafını orda burda habire kullanıp kendi üç yaşındaki bebelerini şu ya da bu sembolle donatarak meydanlara sürenler..

birileri adalet, özgürlük, azınlık sorunları, bireysel haklar, çalışma şartları gibi binbir nedenle orda burda yürürken, miting yapmaya çalışırken farkında bile olmayan, dert edinmeyen, dahası yollarına taş koyan; lakin hayatlarında ilk kez bir mitingde yürümenin aşkıyla herkese toplumsal muhalefet dersi vermeye kalkanlar..

esas kendiliğinden halk hareketinin mesela atina'da yapılan ormanlarımızı isteriz yürüyüşü olduğunu söyleseniz muhtemelen boş boş bakarak bodrum plajlarında dumanların gölgesinde güneşlenmeyi sürdürecek olanlar..

kendilerinin, her ne hikmetse esas, mutlak, olması gereken olduğuna körlemesine inanıp, türkiye'nin şunun, bunun tarafından temsil edilemeyeceğini düşünenler..

''ordu bir sivil toplum kuruluşudur" diyecek kadar kendinden geçmiş olanlar.. ve de yine bir müdahale olabilir derken, içlerinden geçen ay inşallah vurgusunu saklayamayanlar.

gerçek bağımsız düşünceyi nerde görseler kafasını ezmek için ellerinden geleni ardına koymayıp, her fırsatta çeşitli büyüklerin -baba/kanaat önderi/genelkurmay başkanı/büyük şef- huzurunda el pençe divan durmaya hazır bekleyenler..
***
aslında türkçemizde bu durum için çok uygun sözler var. ama geleneği dinle doğrudan birleştiren ve ''yarabbi şükür'' diye şarkı yapan kızı bile dini laf kullandı diye eleştirenlerin ''allahın tokadı bu!" deyince nasıl yerlerinden zıplayacaklarını da biliyorum. ama dedim bile..

her daim azınlık olan ya da öyle hisseden biri olarak benim oy verip vermediğimin, hangisinden yana olduğum ya da olmadığımın ve de bu seçimlerin politik sonuçları hakkında nasıl düşünceler beslediğimin hiiiç önemi yok. ama, bütün bunlardan bağımsız olarak bu bir çift lafı etmeden duramadım. iğne ile çuvaldız her daim yanınızda/yanımızda bulunsun.

korkulardan, paranoyalardan, çağımızın en moda düşünce akımı olan komplo teorilerinden mümkün olduğunca uzak kalarak.

bitirmeden size sevim tanürek'ten güzel bir şarkı armağan etmek isterim. dinleyelim, güzelleşelim.

-----------------------------------------------------------------------------------------------
not: bir amerikalı tarafından, sitesindeki fotoğrafı kullandığım için hırsız diye damgalandıktan kelli hiç kimsenin ses etmeyeceğini bildiğim bir kaynak olan commons'tan başkasına bakmıyorum. en azından şimdilik. bu albatros resmi de oradan ve de vallahi hiçbir şey demek istemiyorum.

13.7.07

"müstesna bir çocuk"


tanıyan tanıdı, tanımayanlar okudu, dinledi.. müstesna olduğundan kimsenin hiç kuşkusu olmadı.

ve şimdi, gitti..

en çok öğrencileri sevdi onu herhalde, en iyi onlar anladı.
en hasını da onlar söylüyor.

anılmaya , okunmaya, konuşulmaya devam edilecek. umuyorum, biliyorum.

ulus baker..

------------------------------------------------------------------------------------------
not: resim, vikipedi'nin uluslararası resim deposu commons'tan.

3.7.07

bir şans daha yok


afrika'nın suzuzluk ve açlıktan başka birşey yeşermeyen topraklarından alınıp israil'e götürülen bir göçmen çocuk, temizleyip paklamak için soktukları duşun altında dehşet içinde bağırmaya başlar ve suyun akıp gittiği süzgeci elleriyle kapatmaya çalışır umutsuzca: su akıp gidiyor! ülkesinde bir damlasını bulamayan çocuklar sinekler gibi düşüp ölürken su akıp gidiyor!"

bu bir film sahnesi.. insanın empati duygusunu doğrudan harekete geçirebilecek, öyle olacağını umduğumuz onlarca, yüzlerce sahici andan biri.. zaten tüketimle, ''fazla'' ile başı dertte olanlara bıçak misali saplanacak bir sahne. izledikten sonra gönül rahatlığıyla 'ay her gün duş almadan yapamam ben!' diyenin aklına şaşarım. amma velakin yumurta kapıya dayanmadan kimse dünyanın küçümencik olduğunu, sorunların er geç heryere bulaşacağını anlamıyor işte. şimdi herkes söze küresel ısınma diye giriyor, halı yıkayanlara da ceza kesiyoruz, aman ne güzel.. ve de geçmiş olsun.

ben bu duş alma merakının, -ne merakı, isterisinin- biri bizi gözetliyor evlerinin ilkinde farkına varmıştım. hep beraber röntgencilik etmemiz işe yaramış, durup durup aklıma böyle şeyler geliyor o ilk evden.. dışarı çıkılmayan, dolayısıyla da kirlenmenin pek mümkün olmadığı o evde sürekli bir duş alma krizi yaşanıyordu. bir felaketten sözeder gibi konuşuyorlardı ağlamaklı: 'ama ben dün almadım duş, bugün de almazsam...' aman tanrım, nasıl yani? hepsinin geçmişinde, üç-beş günde hatta haftada bir, ailenin karar verdiği gün yapılabilen banyolar olduğuna kalıbımı basabilirim oysa.. hadi büyük şehir, hava kirliliği diyelim, şimdilerde daha fazlası gerekiyor (muş, öyle diyorlar) öyle alıştılar filan. yahu, göbeğinizi kaşıya kaşıya dolaştığınız evin içinde nedir bu su, -pardon- 'duş' aşkı? orada takıldığım bu 'ay duş almam lazım!' meselesi beni yıllardır yiyip duruyor işte dostlar. ek olarak, yanımda yöremdeki avrupa milletlerinden insanların zaten ve doğal olarak sabah akşam habire duş almalarına, bir kere giyindikleri iki tişörtü koca makinelere atıp yıkamalarına filan da öyle bir gıcığım ki, sormayın gitsin.

şimdi bütün bunları zaten beni bilen eşe dosta arada söylemişimdir de, böyle uluorta geçen sene yazabildim mi mesela? hayır! türlü çeşitli bıyık altından yorumların, popülizmdi, cimrilikti, boyna ışıkları kapatan memur sınıfının çocuğu olmaktan malul olmaktı, artık yorumun bini bir para, bilmez miyim.. (sahi bir de, tuvalet kağıtları üzerine bir nutuk vardı bbg'de, bak o da şahaneydi. onu da özellikle kadınlara ithaf etmek isterim hazır yeri gelmişken: 'bunlar böyle parça parça yapılıyor ki, öyle kullanılsın diye, bir metre kullanmak gerekmiyor.')

dünya böyle bir yer işte: birileri yıllardır, on yıllardır yırtınıyor. büyük ölçekli önlemlerden kişisel alışkanlıklara kadar nasıl herşeyin önemli olduğunu anlatıp duruyorlar.. olanlar oldu, sonuçları üzerinden ahkâm kesiliyor şimdi. küresel ısınmanın en büyük yaratıcılarından olan abd yıllarca, 'bana ne, ne haliniz varsa görün' dedi. şimdi çin, sanki başka bir dünya mümkünmüş gibi, önce ülkemin kalkınması, sonra düşünürüz diyor önlemlerle ilgili olarak ve kyoto'yu imzalamıyor. bir milyon ytl'ye, kesmeyen çin malı makaslar almaya devam edelim, çin'i kalkındıralım, sonra hep birlikte yağmur duasına çıkacağız. bir milyar kelle, elbet tutar dua..

yakınmayı sevmesem de kafamın sünger gibi olup konuşmaya mecalimin olmadığı şu geçtiğimiz günlerde, 'sıcaaak' deyiverince bir arkadaşımın pek güzel belirttiği gibi: klima alalım, küresel ısınmaya katkıda bulunalım, bizim neyimiz eksik..

----------------------------------------------------------------------------------------------
not: o kadar uzun zamandır yazmamışım ki toparlamadan masaya getiriverdim böyle. bunu ısınma sayın, bir dahakine artık.
sağanak yağmurlarda ıslanmanız dileğiyle.