9.10.05

son dördün



bugün ayın ilk dördünü. hilâli, dolunayı anıyoruz sık sık, ayın en az adı edilen evresi -ki adı pek hoştur- bize kırılmasın. hafif bir pusun arkasında öyle güzeldi ki bu akşam. sonbahar, pazar, ay ve vapur.. istanbul kendini bırakırsan ve dinlersen her zaman başka bir şarkı söyler. dinledim, geldim, bunları yazıyorum. hayatımdaki coşkunun ve ironinin niye yazılara nüfuz edemediğini merak ediyorum. niye o şarkıyı değil de bunları yazdığımı bilmiyorum.
...
'simit atabileceksiniz, ama martılar yetişebilir mi bilmem!' diye yeni alacakları oyuncakları tanıtanlar, tepkilerden sonra vargüçleriyle sarıldılar bu 'eski ve yavaş' taşıtlara, martılara, simite, şuna, buna.. arsızca edebiyatını yapıp duruyorlar. üstüne üstlük 'biz zaten öyle dememiştik, yanlış anladılar' deyip nazire yaparcasına internet sitesi açtılar. vapurlar hiç bir yere gitmiyormuş!

ne idüğü belirsiz bir modernliğin peşine takılıp ilk iş plastik bardakla çay satmaya kalkınca yine ahaliyi buldular karşılarında. cam bardakların suyu mu çıkmıştı? 'hijyen değil, bulaşık makineleri gelene kadar böyle, biz zaten kaldırmayı düşünmüyorduk!' diye yine kıvrak bir manevra. sanırsın ellerinde yıllardır vapurlarda çay içenlerin yakalandığı hastalıklara ilişkin bir istatistik var. maksat değişiklik olsun, dostlar alışverişte görsün. şimdi yine kör gözüm parmağına bir afişte ince belli bardak ve çay keyfinin eskisinden daha iyi olduğuna dair laf salatası.

iskelelerde, 'çalışıyoruz, müthişiz' afişlerinden göz gözü görmüyor. kendi yaptığı işi bu kadar çok tanımlamak 'reklam çağı, promosyon çağı' çığlıklarının bir uzantısı olsa gerek. çok bağırıyorlar, çıkan gürültüden gözümüz sağır oluyor. kısa bir süre önce o afişlerin yerinde, sendikaların uyaran sözleri asılıydı: 'tecrübesiz kaptanlarla felakete davetiye çıkartılıyor'. dümenlerde artık yollardaki biçici şoförlerin biraderleri var sanırım. iskelelere yanaşamamak normalleşti, boğaz ortasında garip manevralarla durgun denizde sallantılar macera hissi yaratıyor besbelli. sabahları, yalnız sisli havalarda duyulan sinirli sirenlerle uyanıyoruz. saygısızlık ve pervasızlıkta otomobil klaksonlarını aratmıyorlar. şubat ayında, protesto için sirenlerini çalan kaptanları yemeyip içmeyip gürültü kirliliği cezası ile tehdit edenler horul horul uyuyorlar.

bir pazar akşamı yarım saat beklememek için koşarak vapura binmeye çalışıyoruz, çıkış yerinden girerek. güvenlik görevlileri bizi neredeyse derdest edip tutuklayacaklar, öyle bir görev aşkı, öyle bir yenileme çalışması. herşey insan için! ama vapurlar yarım saatte bir, ama gece onikiden sonra sefer yok. dedik ya, dostlar alışverişte görsün. 'pencerelere bir iki çiçek boyatalım abi, nostaljik olur.'

'biz vapur yanaşmadan atlamayanların bankasıyız' diyenler hiç merak etmesin; vapurdan iskeleye atlayabilenlerin, vapurdan kendini atabilenlerin, hiç vapura binmeyebilenlerin ve bazen de vapurla iskelenin arasında sıkışanların bankaya pek ihtiyaçları da yok zaten.