13.2.07

küçük bir adam



bir zamanların saygı duyulan düşünce adamından geriye pek bir şey kalmadı epeydir. o kadar çok konuştu, o kadar çok söyledi ki, arada bir doğruyu gösteren saate benzedi durum.

kökenleri, kanları deşip durdu, olmayan ateşlerden dumanlar çıkartıp isini oraya buraya bulaştırdı, akıllı geçinenler attığı taşları çıkartmaya uğraştılar epeyce, uğraşıyorlar.

insanların aşklarını, evliliklerini kendi teoriciklerine malzeme yaptı, çocuklarının isimlerini üç sayfa daha konuşmak için diline doladı.

genç bir edebiyatçıya "ee, tamam iyi yazıyosun da artık kendine bir imaj edin, bir atkı tak, bir şey bul, böyle olmaz!" diyen bir adı lazım değili hatırlatan o kırmızı atkı ve o kalpaktaki, kendine özen göstermenin ötesindeki sembolizm ile, söylediklerine hiç de önem vermem gerekmediğini düşündürten bir portreye dönüştü zamanla.

söylediklerini ve kendisini ciddiye almayıp cevap verilmemesini tümünün kabul edildiği yönünde yorumladı, yorumlattı. nasıl yaralayıcı ve de asıl önemlisi nasıl gereksiz topraklarda dolaştığını bir türlü anlamadı. susmadığı için başka sesleri de duymadı zaten, duyamadı, duymak istemedi.

ve bu tür karışıklıklardan pek hoşlananlar tarafından akıllı adam mertebesinde değerlendirildi; akıllı, herkesin söylemediğini söyleyen, aykırı, bu yüzden anlaşılmayan falan filan.. zaten orda burda on dokuz harfi de dolaşıyor, çocuğun biri de saçlarını yüzüne dökerek anlatıyor biteviye, biliyorsunuz. biz de bu çağının ilerisindeki, bizim göremediklerimizi gören adamlara meczup muamelesi yapan, sıradan, gerçekleri göremeyen normal insan kategorisinde onların yüceliğini anlamayarak duruyoruz.

peki.. hepsine tamam.

ama yaşını başını almış, fikirle, düşünce ile, politika ile uğraşan bir adamın genç bir kıza, "inek gibi bakıyor" diyerek magazin şeylerine çıkmasına ne diyeceğiz? layığını buldu! mu? eyvah bir de buralarda konuşacak! mı? umurumuzda olmaz evet, gülüp de geçebiliriz. karşısında saygın gibi görünen yaşlı bir adam gören, kesinlikle bu geçmişten hiç haberi olmayan ve bu laftan belli ki incinen o çocuk gülüşlü kıza umursamaması gerektiğini söyleyip geçelim bence de..

11.2.07

"çengel çiçekleri"



okulda dersler saat altıda biterdi ama, dörtten sonra kimse kalmazdı ortalıklarda. rıhtımın, kantinin tadı kalmayınca okulu terkederdik.. ama kimi günler koridorlarda bir aşağı bir yukarı yürüyenlerin sayısından akşama bir sergi açılışı olduğu anlaşılırdı. hele de yurtlarda, arkadaş evlerinde yaşayanlar hiç kaçırmazlardı bu fırsatı, daha davetliler gelmeden içkilerin de, yiyeceklerin de dibine darı ekilirdi. işte bizim sanat aşkımız ve sergilerle olan muhabbetimiz böyle başladı..

benim sergi açılışlarına ve de her türlü kokteyl ortamına olan nefretle karışık duygularımın da başlangıcıdır muhtemelen o günler. seyrediyorduk gelenleri. biraz önce seyredilecek şeylerin önünde yalnızca kendimiz olarak nesnelere bakan bizler, kendisini "seyredecek" olarak tarifleyip gelen, bir kısmı o okulun koridorlarından yetişen yetişkinlere bakıp ürperiyorduk. gerçekle sahnenin birbirine pek fena karıştığı bu hâl çoğumuzun hiç mi hiç hoşuna gitmiyordu, komik ve gereksiz buluyorduk. sonra büyüdük, herkes açılışlardaki yetişkin yerini almak için birbirini iteklemeye başladı.

o sahiciliği sürdürerek yaşamanın peşinde olanlardan ve o günlerin en sevgili arkadaşlarından biri, bu günlerde bir sergi açtı. severek yaptığı, tutkulu heyecanlar beslediği işlerini böyle 10 yılda bir filan sergiliyor. davetiyeyi verirken açılışa gitmeyeceğimi biliyordu, gitmedim. ama, bu işlere bakma zevkinden kendimi mahrum ettiğim anlamına gelmiyor elbette. bırakın nesneleri, sadece bu serginin çıkış noktasını bile bilmek, iki dakika onun üzerinde düşünmek gerek. buyrun size bir başka arkadaşının yazdığı tanıtım yazısından bir bölüm.. üstelik bu günlerde aziz ordadır, uğrarsanız hem onu, hem 'çengel çiçeklerini' görürsünüz. fena mı olur?
***
aykırılık iflah olmaz bir kendini isteme tutkusudur. istenildiği gibi değil "istediğim gibi ben" olmanın ağır bedelini ödeyerek yaşamak, uysal yaşama kasıt besleyen ölümcül bir kopmadır. kişi kendini farkedilmez kılarak da kopabilir topluluk statüsünden. fakat "illa ki varım dikineliğiyle hem ortada olmak, hem de güdülü bir mevcudiyete karşı tavır koymak, kişiyi imhacı bir iştahın nefret kaynağı konumuna koyar. imhacı olmaya aday "başka"yı tolere edemeyen yetkenin kendisidir. düzen koruyucular ve düzen kırıcılar arasında yaşanan bu sivri cepheleşme insanlığın yaşadığı en büyük dramdır. osmanlı imparatorluğu'nun ceza terörüne dayalı asayiş sisteminin yarattığı "çengel çiçekleri" böyle bir dramı imgeleyecek en yetkin gerçekliktir işte.

osmanlı padişahlarının tahammül sınırlarını zorlayan en kışkırtıcı davranış, kuraltanımazların toplum içinde uyumsuzluk emsali yaratmalarıydı. tekrarlanması istenilmeyen suçların eyleyicileri ibret olsun diye en fazla kullanılan yöntemlerden biri olan: suçlunun çenesinden çengele asılarak katledilmesiydi. böyle bir cezaya namzet kişilere ise "çengel çiçekleri" yakıştırması yapılıyordu. aziz tavil'in "çengel çiçekleri" adını koyduğu ahşap heykel sergisi böyle bir bilginin allegorik nesnelerini içerir.

ümit inatçı

-----------------------------------------------------------------------------------------------
not: fethiye'den dönerken aklımda binbir şey vardı, yazmak istediğim. coğrafya değişikliği besliyor insanı. ama bir süredir bangır bangır gelmekte olan, bir güzel adamın ensesinde patladı, dağıldık. ne beyaz bereler üzerine yapılan tahlilleri dinlemek, ne de bu korkular üzerine yazmak istiyorum. hiçbir şey olmamış gibi yapıp filmlerden, kitaplardan sözetmek istiyorum bir süre. güneşten, çocuklardan ve aşktan.. neşeli olmak istiyorum.
ne diyor küçük memphis: "ben neşeliyim, ayaklarım da neşeli..."