10.1.07

ayşegül tatilde


fethiye'deyim..

yılbaşı patırtısından kurtulmak için her sene düşünüp anca iki üç yılda bir yapabildiğimi yapıp buralara geldim. istanbul bütün ateşiyle çağırsa da, geldiğim anda aldığım derin nefesi kaybetmek istemediğim için de uzatıyorum işte böyle..

hem sessizlik sevip hem de istanbul'un göbeğinde yaşamak gibi bir çelişkiyi barındırıyor bu bünye, arada bu fok delikleri olmasa, zor.. ayak bastığım anda hissettiğim şu oluyor, istanbul dışı her yere: kendi ayak sesini duyuyor insan buralarda, ki herkese lazım. hem kendininkini, hem diğerlerini duymak. topuk takırtısı değil, ayağın toprağa değme fısıltısı.. izinin ve sesinin ayırdına varma güzelliği..

nerede yürürsen yürü, üçbuçuk tarafında dağlar da yürüyor seninle burada. bu mevsimde tepeleri karlı.. beşparmak dağları ve de babadağ, sahilde denizin sesine öyle arkadan katılıyorlar.. nasıl söylesem, pek ferah, çok güçlü, neredeyse ölümsüzlük duygusu vererek.. geri kalan buçuk denizde batıyor güneş yine bu mevsimde. yazın, adaların arkasında erken kaybolurken, şimdi yeşil ışık yayacakmış gibi dalıyor sulara.. yağmurlu bile olsa gün, son yarım saatte çıkıp bulutların takkesinin altından yapıyor yapacağını.

bir temmuz ayında şu herşeyi bildiğini ve de herkese öğretmek için saygonlular tarafından görevlendirildiğini sananlardan biriyle konuşmamızı hatırlıyorum da.. önceki kasım ayında üstelik o mevsimde denize de girmenin mutluluğuyla her gün sahilde dolanıp durmamdan sözederken, "olmaz öyle şey" deyivermişti.. "denizden batmaz güneş burada.. o kadar fark olur mu arada?" mesleki yamukluktan alabildiğine muzdarip bir öğretmendi kendisi, böyle durumlarda sözü uzatıp, öbür gezegenin eğitim görevlisi konumuna düşmemek için susmuştum. kafasını kaldırıp gökyüzüne sahiden bakan herkes güneşin yıl boyu nasıl bir yol aldığını görür oysa, kitaplara ve de "şart, şart, eğitim şart" a filan gerek duymadan..
***
arada akşamları sohbet eşliğinde ortasında yanan ateşe bakarak demlenilen bir meyhanede, bütün gün sadece bira içip oturan bir alman var. türk karısı ölüp mal mülk de elden gidince böyle bir meczup hayata girmiş. verilirse yiyor, laf atılırsa konuşuyor. dünyanın her köşesinde benzerlerinin ne kadar çok olduğunu bile bile, benim gözüm ona takılıyor, hayat üzerine fazla düşünmemeye çalışıyorum.
***
ateşe bakıyorum, korların arasındaki mağaralarda gezintiye çıkıyorum..
güneşe, ateşe, suya tapınmanın nasıl kaçınılmaz olduğunu bir kez daha ciğerimden anlıyorum.

3 yorum:

Hakan Uygun dedi ki...

iyi tatiller. insan kendine arada böyle güzellikler yapmalı di mi cevat abi? evet evet!

devin dedi ki...

Güzeldir Fethiyemiz, Paspatur'un suyunu içen bir daha ayrılamaz buralardan derler :)

Adsız dedi ki...

iyi sessizlikler :) Tadini cikar ve icinde tut.