27.12.05

yıldız!



oldum olası kafamı meşgul eden, ilgimi çeken bir kadın oldu yıldız tilbe. televizyona çıktığı ilk gün yanık sesi, kırılgan gövdesi ve şeffaf ruhuyla söylediği türkü ile çarpıldığımdan beri: "zülüf dökülmüş yüze..."
yanında gözyaşları ile dinleyen, 'hepimizin sevdiği, müzikleriyle büyüdüğü kraliçe', herkesin bilip hiç kimsenin yazmadığı bir nedenle onu bir süre sonra hayatından uzaklaştırdı. izmir'deki pavyondan çekip istanbul'daki evine getirivermişti bu güzel sesli kürt kızını, şimdi de gönderiveriyordu işte. bu kadar kolaydı...

bu neredeyse sokağa atılmanın, daha sonra yaşananlara bir zemin oluşturmadığını kimse söyleyemez herhalde. başkalarının hayatını böyle sert biçimde yönlendirenler sorumluluk filan almadı, kimsenin aklına da bişey sormak gelmedi. akıl almaz biçimde, birilerinin canını yakmak, birilerini ise sonsuza kadar korumakla görevlendirilmiş gibi duran 'medya'da hep eşitsizlik içinde sunuldu olan biten: arıza kadın/anlayışlı kraliçe!
belli ki yıllarca bu yalnız bırakılmanın sıkıntısını yaşadı. umutsuzca anlaşılmayı ve kabul edilmeyi istedi belki de, bilemiyorum, ambargonun nereye kadar uzandığını kestiremiyorum. ama yine de bu konuda pek konuşmayan yıldız'ın söyleyiverdiği bir laftan tahmin yürütebiliriz: "beni sevdiğini söylüyormuş. iyi ki seviyor, bir de sevmeseydi ne olacaktı kimbilir!"

sonrası malûm. yanık sesli bir yorumcu olması öngörülen yıldız, beklenmedik biçimde söz yazıp beste yaparak zirveye oturdu, yalnızca adıyla anılan ölümlüler arasına karıştı. hem güzel şarkılar yaptı, hem sevildi, hem de sattı. ama bütün bunlar başkalarına güç ve istikrar getirirken, onun savrulmaları, yalpalamaları hep sürdü. öfkesi, kendini ve kimi zaman da çevresini yakıp kavurdu, saldırılara açık kıldı onu. neredeyse adıyla anılabilecek dansı gibi kendine özgü, dengesiz gibi ama dengeli, deli gibi ama akıllı bir kadın o aslında. müziklerindeki başına buyruk takıntılı tekrarlar ve danslarındaki kişiselliğin de etkisiyle björk'e benzetiyorum ben onu. çoğunluğun burun kıvıracağını bile bile. 'şarkılarım da şarkılarım' diyip başka bir şey demediği halde, onu müzisyen, söz yazarı ve yorumcu kimlikleriyle değil de, biraz komik, biraz zavallı, ama evet çok samimi bir figür gibi ve alenen 'deli' diyerek sunanlardan birine, kendi 'makina'sında cevabı verdi müstehzi bir gülüşle: "ben de seni idare ediyorum okan!"

şimdi yeniden, muhtemelen bunu hiç kastetmeden, başka bir dokunulmaz güç odağının karşısında. şarkılar söylüyor, dansediyor, eğlendiriyor. birilerinin onu arkasından ittirmesine, bu reyting kavgalarının tarafı yapmasına ne kadar dayanacağı ise meçhul. git/gellerle dolu ömründe onu bu kadar güzel, kendine güvenli ve sakin görmüş müydük bilmiyorum. bu yüzden biraz daha iyi kalsın istiyorum, stüdyoda annesinin ayakkabılarını giymiş kız çocuğu gibi sekerken düşmesin diye dua ediyorum, çoğu zaman yaptığı gibi ayakkabıları fırlatıp çıplak ayaklarla sallansın, eline tutuşturulan soruları sormasın, onu seven ve eğlenenlerle birlikte türküler söylesin istiyorum bir süre daha. herkes samimiyetten bahsederken o öylece dümdüz baksın kameralara. tv seyretmenin arada bir böyle hediyeleri olsun.