16.3.06

gün-dem




bir tv yazarı, eşcinselliği konu eden 32. gün'ü eleştiriyor. "gündemde şemdinli gibi konular varken bu da nerden çıktı şimdi?" (kafama sesler üşüşüyor geçmişten: 'kadın hakları da neymiş, hele önce bir devrim yapalım, sonra bakarız. sonra aşık oluruz, sonra mutlu oluruz. hele önce bir dünyayı düzeltelim, sonra bakarız.')

32. gün'e muhalif kimliğini katan rıdvan akar şemdinli konusuyla ilk ve en çok ilgilenenlerden biri üstelik. aylar önce yayınlanan bir tv programında, öğrencilerin sorusuna cevaben söyledikleri de, daha savcı iddianamesi filan ortada yokken bu konuya çarpıcı bir yorum getiriyordu: "benim babam astsubaydı ve bildiğim hiç bir yüksek rütbeli subay arkadaşı yoktu. diğer arkadaşlarının da, onlara 'iyi çocuktur' diyecek bir subay arkadaşları yoktu. orduda normal olarak işler böyle yürür."

eşcinsellere, bildiğim kadarıyla ilk kez bu kadar geniş zamanlı bir ifade imkânı verildiği için, akar'a bir selâm gönderelim. bir gazeteci, baki koşar, birçok heteroseksüelle aynı kanallardan tanıştığı partneri tarafından bıçaklanmışken ve bu da daha öncekiler gibi, kamuda neredeyse namus cinayetleriyle eş bir gizli hoşgörü ile karşılanırken bunu yapmasa, gazeteci ve insan vicdanı rahat etmezdi herhalde.

'gündem' enteresan bir laf zaten.

siz, hâlâ yediğiniz hortumların acısını hatırlıyor, doğru dürüst iş bulamıyorsanız, ya da yalan içinde ikili hayatlar yaşıyorsanız, her güne bu sıkıntılarla uyanırsınız herhalde. 'ne olacak bu gayri safi milli hasıla allah aşkına!' diye değil! olsa olsa ekmek parası dersiniz.

eğer çocuğunuz kayıpsa, yıllar boyu allahın her cumartesisi gidip bir duvarın önünde oturur, bütün haftayı da bekleyerek geçirirsiniz. haftayı, ayı, yılları...
pardon, gündem neydi?

eğer kanserli bir yakınınız varsa, bütün hastaneleri birkaç günlük umut satın almak için sırayla dolaşırken; geceleri, hasta refakatçiliği üzerine bir kitap tasarlıyorsanz kafanızda, hayat orada nefes alır. bir mikrofon uzatıp, 'türkiye'nin gündeminde aldatma var, ne diyeceksiniz bu konuda?' diyen muhabire boş boş bakmakla, kamerayı kafasında parçalamak arasında gidip gelebilirsiniz.

eskiler, 'neren ağrıyorsa, canın oradadır' derler. tümüyle kendi ağrılarına odaklanıp dünyayı umursamamak bir uçtaysa, diğer uçta da, ekonomisi, politikası, borsası, piyasası derken kendini unutmak, kişiyi boşvermek var.

yok mudur bu işlerin bir dengesi, bilemedim.