30.6.06

yemezler..



hâlâ görmeyen varsa diye..

aslında kendim için yapıyorum bunu. ciddiyetini hiç bozmayan hayalperest hako'nun zıplamasını ve haykırmasını görmek içimi ferahlatıyor. dönüp dönüp bakmalı.

demek ki neymiş, artık yemiyorlarmış...

şarkının yaratıcıları olan deli grubuna, klibi yapan büyük yetenek hako'ya ve gelmiş geçmiş bütün ösyemelilere selâmlar, hürmetler.
***
bir de sokarım politikana vardır, hazır konuya girmişken. böyle lafları kadınların ağzına hiç mi hiç yakıştıramayanlar tarafından görmezden gelinip yok sayılan, yasaklanan bu şarkıyı ve 'hüp'ten ibaret sanılan nazan öncel'in esaslı şarkılarını unutmamalı. bir de şunu: "hangisinden rahatsız oldular acaba, 'sokarım'dan mı, 'politikana'dan mı?!"

22.6.06

önce söz vardı



blog aleminde birinci yılımı doldurduğum şu günlerde kafam çıfıt çarşısı misali, -ki ben çok severim hem kelimeyi, hem çarşıları, pek memnunum halimden, şikâyet etmiyorum.

yetişemiyorum, yazıyorum, yazamıyorum, koşuyorum, yoruluyorum. teknoloji marifeti olarak tek isteğimi, düşüncenin doğrudan yazıya dönüşmesi meselesini halledilmesi üzre ortaya fırlatıyorum. gençler bi de bununla ilgilenseler diyorum.

yaz yaz nereye kadar, diyorum. kendimi ciddiye almıyorum, onu bırakıp başka şey yazıyorum. vikipedi canavarı olma yolunda ilerliyorum. her kelimeden kuşkulanmaya başlayıp durup durup sözlüklere bakıyorum, her bilgiyi doğrulatmaya çalışıyorum.

amaan, doğru ne ki, gerçek nerede.. gidip çay koyuyorum kendime.

herkes kendi biyografisini yazsın kampanyası açayım diyorum, nesnel olmaz diyolar. başkası nasıl nesnel olacak benim bile yazdıkça farkettiğim hayatımla ilgili, bilemiyorum. herkes kendini nasıl önemsiyor, söylediği sözün şehvetine kapılıyor, herşey nasıl fazla, hızlı ve karmaşık akıyor.

"karmaşık düşünmek önemli değildir, önemli olan doğru düşünmek."

ansiklopediye yazılabilecek kişiler, tarafsız bakış, öfke, inat.. meselâ kösem sultanın hayatının o kadar laftan arta kalan nesnel durumu nedir, merak ediyorum.

hitlerle, sayılarla, istatistikle, velhasıl skorla bu kadar kafa yorulmasına kafa yormaktan vazgeçmek istiyorum. birkaç yüz yazı sonra vazgeçerim herhal diyorum. bu yüzden yüzüncü yazımı kutlamak için ne yapacağımı düşünmek zorunda olmadığımı farkedip seviniyorum.

sınavda en az puanı almak için yarışanlara, en kötü karneye bisiklet verenlere zakkum çiçeklerinden bir buket yolluyorum. bence de hodri meydan..

onlar öyle ciddiyet vehmetmeseler de benim gözümde/gönlümde bu hit meselesiyle dalgasını geçen 1 milyon sitesinin kankalarını ve özellikle de yanar döner sayaçlarını pek beğendiğimi, yan tarafı kalabalıklaştırmakta pek istekli olmasam da link veresim geldiğini;
1 milyonuncu hitlerinde de onlara zerzevattan bir bisiklet yollayacağımı söyleyeyim diyorum.

size de bugünlerdeki hal-i pür melalimi anlatması için ilk sözün ilk görüntüsünü gönderiyorum. huzur ve gürültü!

gözlerinizden öperim.

8.6.06

sağlam deniz kabukları



biraz aşağıda konuşlanan, benim kendimce araf diye başlık attığım şarkı sözleri, bu sayfaların -yine kendince- ziyaretçi akınına uğramalarına neden oldu. anlam veremediğim biçimde arama motorlarının ilk sırasında yer aldık, hadi hayırlısı..

yani bunca zamandır bunca yazı, fikir, şu bu; boş anlayacağınız.. arada bir, tamamen işin kolayına kaçarak, hislerime kısmen tercüman olması için buraya yapıştırıverdiğim 'başkalarının sözleri'nden biri; -ki bir diğeri olan duman şarkısı da hâlâ hit alıyor ayıptır söylemesi-, bi sürü insanın buraya uğramasını sağlıyor. hit'lerle, gelip giden sayısıyla işim olmadığını söylemiştim. yine söylüyorum. gelenlerden 'kalan sağlar bizimdir' diye devam ediyorum. arada yine şarkı sözü attırıverirsem, bilin ki okuyucu çekmek için değil, tıkandığım anda can simidi olduklarındandır.

herhalde bu ilgiye mazhar olan epeyce şarkı vardır, ama nedense sözlerin payının çok ve de önemsenmeye değer olduğunu düşündüm. büyük şehirde, daha çok da istanbul'da yaşayanlara tanıdık gelen, ‘gitmek istemek’, ‘şehirden yorulmak’ temaları, 'hadi gelin köyümüze geri dönelim'in modern çeşitlemesi bir virüs gibi bünyeleri iyiden iyiye sarmış durumda. virüs dememe bakmayın, her daim gitmek isteyen biriyim ben. ama, lafı çok edilenin uygulama şansının kalmadığını düşünürüm. konuşa konuşa laçkalaşan, sanki gidilmiş gibi, yapılmış gibi eylemin yerini tutan arzu. hatta çoğu zaman arzu bile olmayan, sadece mızmız bir şikâyet olarak kalıveren, neredeyse modalaşmış bir söylem.

‘bir şeyler yapmak lâzım’ demenin, bir şey yapmanın yerine geçmesi.

araf’ın yorumlarında blog aracılığıyla selamlaştığım arkadaşım, bana bunların nasıl daha sert, daha damardan meseleler olduğunu hatırlattı bir yandan da, eski bir istanbul şiiriyle. sağolsun. tamam ben de şiirin, şarkının hasının nerede olduğunu unutmuyorum, ama önüme kolayca gelenin arkasından gidiveriyorum bazen.

bir kedinin hatıraları’na giderseniz, devin'in kedili, köpekli, çocuklu evine konuk olursunuz; nasıl donanımlı ve üretken bir kadın olduğuna bizzat şahidimdir. ama ben sözünü ettiğim şiiri buraya da alıcam. başka dönemlerin sözleri olarak yan yana dursunlar ve istanbul çeşitlemesi yapsınlar diye. devin, lütfi’nin anısına demiş, bence siz de onun anısına okuyun.

kirli yüzlü melekler

sayende sayeban olduk istanbul şehri
sayende sebil olduk aç kaldık sefil olduk
yıldızlar dem çekti güvercinler gibi başucumuzda
ve yaktı perişan eyledi sine-i sâd-pâremizi
saplanıp hançer misâli bir hilâl
sokaklar serseri biz serseri
yüksekkaldırım da bir cezayir şarkısını dile getirdi plâklar
cadde-i kebir: bütün ışıklarını yakmış bir gemidir
sinemalar neredeyse boşalacaklar
vay anam vay
sen ne dersin istanbul
sen garip bir şair olsan söyle ne halt edersin
kimin gücü yeterse kahretsin parasızlığı
sefalet akıyor gürül gürül sokaklardan
yol üstünde bir şehvet çarşısı tıklım tıklım
yol üstünde sevda pazarlığı aşk pazarlığı
kurtulamadık gitti bu denlü kepaze hayattan
hep böyle gecelerin koynunda yaşadık
geceler serseri biz serseri
karakoldaki aynada safran gibi kirli yüzümüz
gözlerimiz hasta gözleri ellerimiz hasta elleri
kırılmış kavala dönmüşüz
sen söyle serseriler kralı istanbul
sen söyle iki gözüm
hangi merhem çâredir şu bizim yaramıza
yel üfürdü su götürdü gençliğimizi
elimiz boşa geldi meydanlarda kaldık
meydanlar serseri biz serseri
sağımız sefalet solumuz ölüm
işte geldik gidiyoruz
kahrolasın
kahrolasın istanbul şehri

attila ilhan

----------------------------------------------------------------------------
not: ordan burdan fotoğraf bulup ekliyorum bu sayfalara, bazıları zamanla adresini kaybediyor, kayboluyor. arada rastlıyorum bazılarına, ama dönüp onları düzeltecek halim yok, bırakıyorum. ama bir tanesine takmış durumdayım. lütfi! için seçtiğim deniz kabukları üç seferdir gidiyor, ben de üşenmeden yenisini buluyorum. yine gitmiş! sağlam deniz kabukları olan bir yer istiyorum!

edit: dün sistemdeki problem nedeniyle bu yazı ortalarda kaldı. yani birileri okudu, yorum bile gönderdi. ama ben daha fotoğrafı yerleştirememiştim -ki 'çekip gitmek' konusuna yakışır-..
akşam buradaki bir araba lafa 'aksak' bir yerden özet geldi: "gidiyorum işte, gitmenin nesini anlatayım.". ayrıca 'kirli yüzlü melekler' lafı da geçti ki dizide, eh yani, bu kadar mı olur!

7.6.06

'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır'



...İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır''Vicdani Red Bir
İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır''Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır''Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır''Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır''Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır' 'Vicdani Red...

3.6.06

imkânsız ilişkiler



cumartesi yazıları başlayalı neredeyse bir yıl oluyor. başlarken, karşısında o kadar vakit geçirdiğim tv'nin ve özellikle dizilerin burada çok yer alacağını düşünmüştüm. tahmin ettiğim gibi olmadı, doğrudan tv üzerine çok az yazdım. ama şimdi, yazla birlikte mahkûmiyetten kurtulurken veda etmeli..

tv seyretmenin çağrışımları, yararları, zararları üzerine konuşacak değilim. n'apalım, en azından bu konuda, her koyun kendi bacağından asılır diye düşünüp irademi devreye sokmaya çalışıyorum. kimi zaman da koyveriyorum kendimi akıntıya. biraz da, asılacaksak yerli iple olsun (bu deyim böyle değil ama..) diye, yerli dizi seyrediyorum çoğunlukla. yavuzer çetinkaya, taa yıllar önce, amerikan filmi seyredeceğinize kötü de olsa yerli film seyredin, diye boşuna dememiş!

hırsız-polis dışında hiçbir diziyi baştan sona seyrettiğim yok, zaplaya zıplaya ortaya karışık... aliye'ye bile bakıyorum, hiç karizması kalmayıp, saygısızlığın doruklarında gezindiği halde. uzun hikâye, konusundan başlayarak hangi yaraları kaşıdığı belli. ama bir gazetecinin de dediği gibi, herkes kendi yaptığından sorumlu. meselâ hiç olmazsa yılların tiyatrocusu ayla algan, 'bi dakka ben bu işte yokum!' diyemez miydi?

bu kadar çekiştirilerek uzatılan hikâyelerde, hepsi dönüp dolaşıp paraya dayanan bin türlü değişkenin sultası altında yalnız senaristlere yüklenmenin âlemi yok. işin kaymağını onların yemesi de gerekmiyor. tamam. hikâye, yönetmen, yapımcı, hepsi önemli, anladık. ama yine de işi sürükleyen oyuncular. öyle olmasa, aynı dizinin içinde birisi şahane laflar ederken (meselâ aliye'nin mücahit gürboğa'sı), diğerleri iki yıldır "dayanamıyorum deniz", "dayan aliye" (meselâsını anladınız..) diyip dururlar mıydı? senaristleri bile kışkırtan oyuncu işte, bal gibi gördük.

bu uzayıp gitme halinde bile hikâye ve diyaloglarındaki zekâyı, pırıltıyı hiç kaybetmeyen yabancı damat'ın hakkını teslim etmeli arada. oyuncusu, yönetmeni dahil tam bir başarı olduğu için kim kimi itiyor anlamak zor. bir de geçen hafta, tam koka kola suratların üzerine yapışırken kana kana bir limonata içirdiler ki, kimin fikriyse helâl olsun!
***
yıllar önce devlet tiyatrolarında kafka'nın dava'sını seyretmiştik. hızlı varoluşçu zamanlarımız, sartre okuyup duruyoruz, bulantı meseleleri şu, bu... oyuna birlikte gittiğim arkadaşım da geceler boyu bu konularda ve başka her türlü konuda konuşmalara, paylaşmalara doyamadığımız kankam. ben taa en başından sıkıntıya garkoluyorum, içim kararıyor. öle bayıla okuduğum kitabın esamesini göremiyorum sahnede, kopup gidiyorum.

oyun bitince, aynı düşüncede olduğumuzdan hiç kuşkum olmadığı için doğrudan konuya giriyorum. ama gel gör ki kanka aynı fikirde değil, oyuna bayılmış. inanamıyorum, nasıl yani, sahnedeki bu donukluğun, bu enerjisizliğin, bu inanmayan tavrın nasıl farkında olamaz! yorum hiç düşünmediğim yerden geliyor. O, hissettiğim iç sıkıntısının kastedilen bir şey olduğunu, tam da kafka'ya yakışır bir kasvetin başarıldığını iddia ediyor. canhıraş, anlatmaya çalışıyorum derdimi: "düpedüz kötü bir oyun bu, kimsenin birşey anladığı yok kafka'dan filan." anlaşamıyoruz, ikimiz de ne gördüğümüzden çok eminiz, tartışma bir yere varmıyor.

şimdi ben bunu niye anlattım. şundan:

yeşilçam klasiği acı hayat'ın iki versiyonu var diziler arasında. her iki yorumda (özellikle de acı hayat'ta) burjuva ailenin fertlerini oynayanlar bir felaket. feci! dayanılır gibi değil! ben de şöyle düşünüverdim birden, dava'yı hatırlayıp: yeşilçam'ın kalın çizgilerle iyi-kötü ayrımı yaptığı dönemin hikâyesinde zengini sevimsiz kılmak, özdeşleşmeyi engellemek için mi yaptılar acaba diye. yani kasvet kastedilen bir şey mi?

kendi kendime eğleniyorum işte, boşverin siz beni.
***
bu senenin özeti şu aslında:
* kötülükleri giderek yumuşatılsa bile, kötü adamlar şahanedir:
bkz. olgun şimşek, mehmet polat, barış falay;
* biz doğulular şarkılı filmleri severiz:
bkz. bütün dizilerin şarkıları ama ille de, gecenin en siyahında umudun bittiği yerdeyim. köşeyi dönsem ölüm, düz gitsem hayat, gölgeler içindeyim.
* eskiden ya da şimdi, şişirilmiş egolar geç de olsa ağızlarının payını alırlar. ama ister yeşilçam'ın emektarı ol, ister yeni oyuncu, isminin ve oyunculuğunun herkesin kafasına girdiği bir an vardır.
bkz. bütün diziler

----------------------------------------------------------------------------------
bonus olarak bir de televizyon seyretmeyin! yazısı.
afiyet olsun.