5.12.06

töre?



trt'de bir sohbet programında sıla dizisi bahanesiyle töre konuşuluyordu geçenlerde. ben rastgeldiğimde dizinin yazarı/yönetmeni, sunucuya ayar vermekle meşguldü, biraz da şaşkın. 'diziyi seyretmemişsiniz, seyretseydiniz böyle sorular sormazdınız bana.' insan bu durumda biraz dürüstlük bekliyor, ama boşuna.. seyredilmediği gün gibi aşikâr, ama laf çevriliyor.. bildik genellemelerle ezbere sormaya devam.. sonra dizinin oyuncularından birine, karakteriyle ilgili olmadık bir yakıştırma yapınca bir cevap da oradan alıyor: 'ama siz dersinizi hiç çalışmamışsınız ki..' sunucunun yerine -ki psikolog ve öğretim üyesi aslında- yerin dibine battığımız bu durumda ikinci seçenek stüdyoyu terketmek olabilir. ama elbette, her zaman bir üçüncü seçenek vardır. karşınızdakilerin anlayışsız ve sert olduklarını ima edersiniz, bir de bahane geçmiş olur elinize: 'ben soru sormaya korkuyorum, siz anlatın, ben sormadan..' ve üstten bakışınızı, bilgiç tavrınızı sorgulama ihtiyacını hiç duymazsınız.

böyle detaylı anlatmamın amacı dedikodu yapmak değil, tam da bu konuların ele alınışını açıklayan iyi bir örnek bence. daha dizi başlayalı iki hafta olmuştu ki, aslında aklı başında işler yapan biri, 'işte tam genç kızların rüyalarını süsleyen bir konu. ağa, kötü de olsa aşk diye peşinden giderler, herşeye katlanırlar..' diyordu yine bir programda. dizinin anlamaya ve kavramaya yönelik çabasını bir tarafa bırakalım -ki bu sadece bir dizidir- bu tür yorumlar bana, şu pek yaygın misyonerce yaklaşımın bir göstergesi gibi geliyor fena halde.

meseleye sadece bir laboratuvar çalışması gibi yaklaşıyor, orada süregelen hayatı hiç merak etmeden ahkâm kesip duruyorlar: 'kadınlar öldürülmesin, kızlar okula gönderilsin, töre sona ersin!'
peki, başüstüne..

kapılarına gelen şehirlileri kıramayıp kızlarını okula gönderen babalar, birer birer alıyorlar okuldan, yalnız kalıp hayat normale dönünce. hayatı sayılara indirgeyen anlayış, ilkini başarı, ikincisini başarısızlık diye yorumluyor. bu kadar basit mi gerçekten?

ben bilirimci düşüncenin her yere destursuz dalabilme fütursuzluğu.. kendi ezberini dünyanın gerçeği sanan zihniyetler... misyonerlik sadece afrika'ya giden avrupalının tekelinde değil, istanbul'da yarım saat ötedeki mahallede deneyimlemek mümkün. 'aa, ne töresi canım, hangi devirde yaşıyoruz!'

töre, gelenek, din.. herkes bir tarafından ve istediği açıdan okuyup kategorize ededursun, birbirinden çizgiler çekerek ayrılamayacak kadar içiçe ve insanlığın en eski kavramlarını böyle iki cümle, bir tv programı, bir buçuk kampanya ile 'temizlemeye' soyunmanın tehlikelerinden de söz etmek gerekiyor biraz. sıla'da istanbullu kız, 'kurtarmaya' çalıştığı insanlar ölüverince onun yüzünden, şaşkına dönüyor. yaa, bunu hiç düşünmemiştiniz di mi?
ruanda katliamı, avrupalı misyonerlerin yıllar ve yıllar boyu altını ince ince oydukları etnik meselelerin hiç de ummadıkları şekilde sonuçlanmasıdır. gelmekte olan felaketi farkeder etmez müdahale etme imkânlarını kullanmak şöyle dursun, arkalarına bakmadan kaçmışlardır. sonra, kendilerini hemencecik konunun da dışına atarak elbette: 'aa, ne büyük vahşet!'

..ki ortada tümüyle temizlenmesi gereken bir durum olduğunu kim söylüyor ve kim neyi neyden nasıl ayırıyor, kimi kimden kurtarıyor ve kurtardığı yerde ne vaadediyor, meçhul. sizi kim kurtaracak der bir gün biri sağlam bir yerden, tutup yere çalıverir o sağlam sandığınız sırça köşkünüzü, hiç belli olmaz.
***
anlama çabası iyi birşeydir, ille birşey yapmak isteniyorsa oradan başlanabilir. ayakkabıları kapıda çıkartıp sessizce içeri girip bir köşeye oturmalı. kendi sesinde ve düşüncende boğulmadan kulak vermeli.

----------------------------------------------------------------------------------------------
not: bir yerli diziyle ruanda katliamını biraraya getirme densizliğiyle yetinmiyorum ve içimde kalmasın nevinden bir şey daha söyleyip gidiyorum. dünyanın en güzel çarşılarından olan kadıköy çarşısının güzelim arnavut kaldırımlarını kaldırıp, istanbul'un her yerine bulaşan, artık görmeye tahammül edemediğimiz o olamayasıca granitlerden döşetenlere; bu işe karar veren, bundan para kazananlara, pek âdetim değildir ama bir beddua edesim var izninizle. ister bu dünyada, isterse diledikleri bir öbür dünyada, o kaldırıp attıkları taşları tek tek döşesinler inşallah diyorum. döşesinler döşesinler bitmesin, sonsuza kadar. aynı duayı, ormanları hektar hektar biçenler için tek tek ağaç dikmek olarak uyarlayabilirsiniz isterseniz.

atlar mı? onların konuyla hiç ilgisi yok. öyle özgürce koşturuyorlar..

6 yorum:

ashkar dedi ki...

slm. bahsettiğin dizinin tamda basetiğin kısmnı izledim ama sadece o kısmını geneli hakkında bi bilgim yok. ama sözlerine katılıyorum. bazıları için aturduğu yerden ahkam kesmek çok kolay geliyor, malum yerini kaldırıp oralara gitmektense. herşeyi kurdukları cümleler gibi basit sanıyorlar.

Adsız dedi ki...

Sibel, bu yazini okurken karsimda konusuyormussun gibi hissettim,gozumde canlandirdim hatta.ben diziyi seyretmedim ama kaldirim taslarini degistirenlere soylediklerine cok guldum :)), cok guzel soylemissin,katiliyorum sana.

Unknown dedi ki...

hımm, bu anonimus tanıdık biri belli ki...

Ümit Kurt dedi ki...

blogu tesadüfen gördüm. yazılara bakıyordumki "arnavut kaldırımı" kelimelerini görünce pür dikkat oldum... bende aynı bedduayı istiklal caddesini o hale getirenlere gönderiyorum en içten, en samimi halimle...

Adsız dedi ki...

aslında ben kulak misafiri oldum diyim aranızdaki sohbete , sizin kadar ben de bunlara meraklıyım ; yani yazılara , ben de yazıorum , ne yazıyosun diye sormanızı bekleyemem ; senaryo yazıyorum 4 yıldan beri , ben sibel hanımın yazdıklarımı okumasını dilerdim imkansız olacağını bile bile... neyse daha fazla patavatsızlık etmek istemem. Yazı hayatınızda başarılar dilerim şahsen tabi...

nhr dedi ki...

Atlar...Gecenin bu saatinde, bir türlü istediğim gibi olmadığı için bir at yüzü aramaya karar vermiştim. Bu fotoğraf cıktı karşıma.Dizi izlemediğim için yazı ile pek ilgilenmedim açıkçası,ama bu fotoğrafı çok beğendim.Konuyla ilgisi olmsa bile iyi ki koymuşsunuz bu "özgürce koşup duran atları" buraya..