17.8.12

havîn

24 haziran
bugün komşum, gözleri yaşararak zor günleri anlattı, 'şükür geçti, deprem olmuyor artık' diyerek. ve az önce 5.0 ile herkes sokaklarda. hasarlı yapılardan kötü haberler gelmez umarım.

4 temmuz

***
'hayat normale döndü mü van'da?' diye soranlara.
evet döndü. buyrun buraların normali!

 
6 temmuz
vallaha da afet, billaha da bizim suçumuz yok diye yalanları sıraladıkları basın toplantısı nasıl bitmiş dersiniz samsun'daki toki kurbanlarının ardından? çiselemeye başlayan yağmuru gören bakan yanındakine 'yağmur başladı hadi gidelim' demiş! avm'ye girsinler, ıslanmazlar.

9 temmuz
dün akşam üzeri, helikopter meyve ağaçlarını havalandırarak tepemizden geçince: 'çatışma var, yaralı getirdiler.' meğer yanından geçtiğimiz arsa, askeri hastanenin pisti imiş. meğer iki yıl öncesine kadar, inip kalkan, ölü ve yaralı getiren hava araçlarından bahçede oturmak imkânsızmış.
bu sesin eşliğinde, okuma yazma bilmeyen bir kadın, gözaltında geçirdiği günlerin sonrasında kapının önüne baygın hâlde bırakıldığında kocasının korkup onu içeri çekememesinden sözediyor gülerek. bir yakınının evde bıraktığı iki kitap yüzünden.. bağrındaki sigara yanıklarına, binbir türlü işkenceye, kimi dağda ölen, kimi yurtdışına sürgüne giden, kimi hapisteki aile fertlerine, bu işlerden kurtulsun diye apar topar evlendirdiği kızının sıkıntılarına rağmen, 'politika pis iş, barış istiyorum sadece' diyebiliyor. bu acıların yanından bile geçmeyen, aklından bile geçirmeyenler, öfkelerini gözden geçirmek için bu ağaçların altında misafir olmalı. dinlemeli, dinlemeli, dinlemeli..
*** 
erdoğan van'a giriş yaparken havaalanı yolunda yanından geçtiğim ve şu anda sıralamakta olduğu rakamları en azından yakından dinlemediğim için mutluyum.. 'duble yolların mimarı, hoşgeldin' yazan karayolları tabelaları, 'büyük usta, baş göz üstüne geldin' billboardları.. aylardır yan gelip yatanların üç gündür yana döne çalışıp, geçtiği yolları temizleme gayretleri. taa kışın ortasında odtü'den getirdiğimiz fidanları dikmeyen, kendi ellerimizle diktiğimiz beş on taneyi sulamayanların üç gün sonra solacak çiçekleri sulama gayretleri.
sonra istanbul'da köprüde kilometrelerce kuyruğun yanından geçebilmenin ve bayılmadan evime varmanın huzuru. yine de içimden şu cevabı olmayan soruyu tekrarladığımı saklamayayım.


14 temmuz
***
***
bizim çocuklar..  

15 temmuz
rte twitter'de "şunu herkes bilsin ki bu kardeşiniz, recep tayyip erdoğan, fanidir. her yaradılan gibi o da ölümlüdür." demiş. kendini mi inandırmaya çalışıyor, takipçilerini mi belli değil.

19 temmuz
cep telefonu operatörleri, kredi, kart şu bu vermeye çalışan bankalar, dini imanı reklam olan hastaneler.. peşimi bırakın, ben sizin bildiğiniz hedef kitleden değilim!

***
çocuklara korkmamayı öğretmeli. bir de kendini korumayı.
gerisi teferruat.


22 temmuz
mesela ben, ah almak, azap çekmek gibi kavramları kafamın bir tarafında taşıyıp vicdanın rehberliğinden ayrılmamaya çalışıyorum. zerre inancım olmadan! oysa bu adamlar, cehennem korkusuyla türlü ibadet ediyorlar di mi? dışardakileri aklamak için bunca uğraş, birilerinin acılarının resmini yayımlamaktan alınan bu keyif. görmezlikten gelsek bi türlü, vicdansızlıklarını yüzlerine vursak ayrı dert.

***
günlerdir istanbul'u uçuran poyraz, van'a her zamankinden yirmi dakika hızlı gelmemi sağladı. pilot kestirme yol buldu sandım, bu rüzgâr faktörünü anlayana kadar.
ve geldim ki ramavan. tamam bu kelime oyunlarını bırakalı epey oldu ama herşeyin başına sonuna öyle kolayca ekleniyor ki bu tek hece, kapılmamak elde değil bir vanatik olarak..
keyifli iftar alışverişi telaşını bir kenara bırakırsak, gündüzleri ortalık sakin. iftardan sonra hareketleneceği ise kesin gibi. erken bir akşam yemeği için girdiğim lokantada, önce yemek yok deyip, sonra önceki gidişlerimin hatrına belli ki, aşağıda mutfağın yanında yiyebileceğimi söyleyip geri çevirmediler. çıkarken de, karşılıklı kusura bakmayın faslı. bir de her köşe başındaki, bütün lokantaların önündeki çiğ köfte tezgâhları eklenmiş manzaraya.


25 temmuz
e demek ki neymiş, tam uykuya geçerken yakalanınca tedirgin olunuyormuş. hafiften evden de çatırtılar gelince, e kaç ki bu şimdi diye internete bakarken bir de şu haberi görünce gece gece, uyku kaçtı gitti.
saat on ikiden beri yakından, uzaktan gelen davul sesleri, sahuru beklemeye sıcak eklenince balkonlarda devam eden sohbetler ve de depremin ardından takır takır saydırılan silahlar.. 'korkmayın biz burdayız' mı, 'hâlâ korkmadıysanız buyrun burdan yakın' mı?
gelelim bu fırsatçı dedikleri arkadaşlara. on kişi ve otuz sekiz bina, güzel sayılar. çeteye gerek olmadan tek tek tek işini kitabına uyduranları da bir kenara bırakıyorum. tepeden tek bir kararla ilk hasar tesbitinin tamamını çöpe atan, şehirdeki yığmaların ve köylerdeki neredeyse bütün binaların ağır hasarlı olduğuna, olması gerektiğine karar veren devletin ta kendisi. köyler için çiziktirilmiş tip köy evinin öyle olmadığını, olamayacağını anlamak için van'da tek bir gün geçirmek bile yeterken, e buldun fırsatı yık, sat di mi? yapsatçı müteahhitin yıksatçı devleti. yapışın birbirinize.

30 temmuz
lise öğrencisiydim. kursa gitmiş, matematik fizik öğrenmeye çalışıyoduk. dışardan gelen seslerle pencereye gittiğimizde, meydanın ortasındaki gazete bayiinin ateşe verildiğini, sahibinin dövüldüğünü, etraftaki kalabalığın ellerindeki kocaman sopaları gördük. hocamız, hadi gidin evlerinize deyip saldı bizi o kalabalığın ortasına. solcu gencecik insanlardı, bilemediler belli ki.. arkamızda zebaniler, koşa koşa evlerimize ulaşmaya çalıştık. kimimiz o sopalardan nasibini aldı epeyce. bin yıl önce malatya'da o alevi gazete bayii abinin tehditlere rağmen istediği gibi yaşamayı sürdürme cesareti ve kafasını korumaya çalışan görüntüsü neden gözümün önünden gitmiyor, işte bu yüzden. hay ben bu tarihin de, tekerrürün de, faşizmin de..
*** 
dün gece dersimlilerle birlikte dinledim bu iyi müzik peşindeki hüzünlü sesli adamı. buyrun.

31 temmuz
darbeci general olaydın doksanına kadar yaşardın be gönül.. güzel uyu.

3 ağustos
dün karşı komşudan gelen kadın çığlıkları, dayak sesleri, herif homurdanmalarını duyunca hiç bir şey düşünmeden koştuk ama daha biz yolun karşısına geçmeden bıçak gibi kesildi sesler. e sorar soruştururuz, gerekirse şikayet ederiz diye düşünerek döndük eve. bugün ev sahibim, o evin kayınpederinin bacağı kırıldığı için hastanede olduğunu söyledi 'boyu devrilesice'ler eşliğinde.. sonrası, bir adam karısını dövüyordan çok daha fazlası..
adam, yıllar önce oğullarını evlendirmiş. biri askere gitmiş, öbürü biraz akıldan noksan.. sonra kızları satmaya başlamış. yan mahallenin bakkalına, oraya buraya gidip gelen gelinler yüzünden mahalle huzursuzlanmış. kavga, dövüş, mahkeme.. gelinlerden biri hamile kaldığında komşulara 'kayınpeder önce dövüyo, sonra yanıma geliyo' diye anlatmış meseleyi. bebek doğunca, önümüzdeki dereye attığı söylentisi yayılmış. oğlan askerden gelince boşamış, kadın gitmiş.
şimdi yeni gelin, 'kocam dövüyo, sonra pişman oluyo' diye özetliyormuş meseleyi. dün kim kimi dövdü, adamın bacağı nasıl kırıldı belli değil yenin içinde. biz koşarken yandaki inşaatın ustaları rahat rahat çalışmaktaydı umursamadan.
babayı, babalığı simgeleyenleri öldürmedikçe çığlıklar eksilmez.

4 ağustos
van denizinde, ahtamar adasına doğru kulaç atmak.

7 ağustos

8 ağustos
ağrı'da büyüyen, erzurum'da okuyan, hakkâri'de öğretmenlik yapan genç bir kadın, geçen hafta ilk kez tanıştığı denizde geçirdiği iki günü yüzme öğrenmeye çalışarak geçirmiş. bugün van denizinde saatlerce denizde kalıp, o eşiği geçti. deniz soğuk demedi, sodalı demedi çalıştı. azminin önünde eğiliyorum.
dönüşte radyoda haberler: şemzînan'da (şemdinli) iki ateş arasında kalan, yakılan boşaltılan köylerin sakinleri anlatıyorlar: ilçeye gidin ev tutun diyen kaymakamın vaadettiği 500 liranın neye yeteceğini, hayvanlarını dağda nasıl bırakacaklarını, bunun daha ne kadar süreceğini, köylerine gazetecilerin girmesinin yasak olduğunu, dağlarda bir halkın nasıl çocuklarının cesetlerini topladığını.. ser seran, ser çavan..

9 ağustos
***

13 ağustos
mahalleme bir gün asker cenazesi geliyor, bir gün 'şehit' taziyesine gidiyor komşularım. buralarda gerillaya 'şehit' deniyor biliyorsunuz. buralarda herkesin 'bir yakını ya cezaevindedir, ya dağdadır ya da toprak altındadır' biliyorsunuz. 
 
14 ağustos
çay. 'yanında yiyecek bişey de kalmamış evde' dememe kalmadan kapı çalındı. tanımadığım karşı komşunun küçük oğlu bisküvit ve gofret dolu bir tabakla kapıda. bu saatte böyle şeyler ancak mahallelerde olur. güzel bir şaka gibi!
***
gros markete gidip, 'ay burda da hiçbi aradığımı bulamıyorum' diyen şehirli kadına, mahallenin üç raflı bakkalı için 'bizim markette herbişey var' diyen kadının doyumunu nasip etsin tüketim tanrıları. amin.

15 ağustos
makinesiz evde gelen yüklü elektrik faturasını sorgulamanın sonucu: konteynır kentlerin eletriğini, suyunu bize paylaştırıyorlar. hey gidinin sosyal devleti hey.
***
radyo tiyatrosuyla büyüyen çocuklar için, en büyük ustalardı onlar. cüneyt türel, müşfik kenter. sesiniz kulağımızdan silinmeyecek, bilesiniz.

16 ağustos
günümüzün ikna odaları da böyle oluyor demek ki.. o odalardan geçen, o odaları zulüm diye niteleyen kadınları göreve çağırmanın vaktidir.

17 ağustos
yan bahçede her akşamüstü genç bir kız, kum doldurduğu su şişesini ağaca asıp antreman yapıyor. vuruyor, vuruyor.. küçük oğlan çocukları, aynı şişelere vurup ses çıkartırlarken sadece, o çalışıyor. olimpiyatlarda daha çok görürüz bu kız çocuklarından, demedi demeyin.
***


1 yorum:

Adsız dedi ki...

www.traviango.com traviandan tutunda asfalt online ' a kadar birçok Amerika & Türkiye savaşına sizde tanıklık edin online oyunlarımız yabancı ve türk kapışmasıdır. En yeni güncel sadece mobil cihazlarınız için tasarlanmış filmleri ücretsiz indirin.